Halk Aydından (!) Akıllı 3
Bu mübarek Müslüman halk, İslam’ı gönüllü kabul ettiği için, kendisini idare edenlerden ve sözde aydın geçinenlerden daha akıllı, daha hak tanır ve kadirşinas olduğu için, Batıcılık adına iktidar ve aydınlar atsa bile o İslam’a ve bütün İslamî müesseselere bağlı kaldı.
İdare edenler ve aydınlar da sırf bu bağlılıktan çekindikleri için onları tamamen kaldıramadılar. Fakat zayıf halleriyle ölüme terk ederek, yanı başlarında yeni tarzda müesseseler, mahkemeler ve mektepler kurdular.
Bu yeni kurulanlar ise Fransız kurumları ve Fransız mekteplerinden üstün körü alınmış olduklarından, soğuk iklimdeki limon ağacı gibi getirildikleri muhiti ile hiçbir ilgileri yoktu. Memleketimize Fransa'nın kendisi kadar yabancı idiler. Böylece millet içinde yerli ve yabancı olmak üzere ikili bir yaşam biçimi başlamış oldu.
Son asırda bu usul ile meydana getirilen inkılap veya devrimleri burada saymak lüzumsuzdur. Size yalnız şu kadarını söyleyelim ki, bunların hepsi bizim akaid ve inanç esaslarımıza karşı asırlardır beslenen derin bir düşmanlık hissinin bütün alametlerini taşıyordu.
İşte “tecdit, yenilenme, aydınlanma, batılılaşma, çağdaşlaşma, modernleşme, reform” adı altındaki bütün bu yenilikler, asırlardan beri kurulup yerleşmiş olan inançları, fikirleri, töreleri, örf ve adetleri, an’aneleri, kısacası İslam dinini ve ahlakını yıkıp yok etmekten başka bir şey değildir. Sonuçta bu durum memleketimizi her gün bir çeşit kötü neticelerini gördüğümüz maddi manevi kaos, karmaşa ve kargaşaya ve çöküşe sürüklemekten başka bir şeye yaramadı.
Çok Garip bir devrim devresinin sonlarını yaşıyoruz. Millet iradesi kendini idare etmekte olanlarla mücadele ediyor. Onların aşırılıklarına, hayallere dayanan tasavvurlarına karşı devamlı mücadele ederek aydınlarını itidale çağırıyor. Hikmet ve basirete davet ediyor.
Oysa tam tersi olmalı değil miydi? Ne garip bir tecellî bu ya Rabbi!
Türklerin İslam'dan uzaklaşmalarının sebebini sadece batı medeniyetinin manevi tesirlerinde aramak büyük bir hata olur. Çünkü bunda Hıristiyan hükümetlerin bize karşı besledikleri derin düşmanlık ve tükenmez kin ve nefret de aynı derecede tesirli olmuştur. Zira bu tecdidt – yenileşme hareketlerinin başladığı devirlerde devlet adamlarımız şöyle düşünüyorlardı:
"Memlekete batı taklidi müesseseleri ve Avrupalı anlayış ve yaşayış esaslarını getirirsek, Avrupa hükümetlerinin sevgisini kazanmaya, eski düşmanlıklarını hafifletmeye ve bencilliklerini yumuşatmaya muvaffak oluruz.” (Konu ile ilgili bkz. Said Halim Paşa, Buhranlarımız/İslamlaşmak. Alıntı için bkz. M. Ertuğrul Düzdağ, Türkiye’de İslam ve Irkçılık meselesi, s. 150.)
Bu zan inanca dönüştü. Bunun gereği de İslam'ı memleketten uzaklaştırmaktı, onu da yaptılar.
Benzeri görülmemiş olan bu gayrı tabii hal, ne çeşit olursa olsun bütün ihtilallerin muhakkak uyandırması gereken tepkiyi şimdiye kadar kısmen geciktirmiştir. Tarihin getirdiği ağır şartlar, halkın içinde bulunduğu fakirlik, yoksulluk, bitkinlik gibi zaruretler bir gün ortadan kalkacaktır. İşlerin tabii yoluna girdiği bir gün elbette gelecektir.
İşte o zaman, İslam inkarcılara galip gelecek, Müslümanlar dine karşı olan bütün sapıklıkları bir kere daha yenecektir. Bütün insanlık için çıkarılmış bu önder ümmet, bu Ümmet-i Muhammed, bir kere daha bütün milletlerin başına geçecek ve onları mutluluk yollarına sevk edecektir.
Bizler önceleri milletçe geri kalmamıza sebep olarak İslamiyet'e daha çok sarılmayıp daha iyi tatbik edemeyişimizi gösteriyorduk. “Kabahat bizde” diyerek kusuru kendimizde buluyorduk. Fakat “Batılılaşma” sürecinde bugüne gelince geriliğimizin sebebini kendi kusur ve ihmallerimizde değil, mübarek dinimizin esaslarında bulmaya başladık. Kendimizin değil, dinimizin yetersiz ve noksan oluşunda arıyoruz geri kalmışlığımızı. Ziya paşa:
İslam imiş millete pâbend-i terakkî,
Evvel yok idi, iş bu rivayet yeni çıktı
diyor kendi zamanında. İşte Müslümanlar için en büyük ve en korkunç felaket aslında budur işte. Bu yüzden “Batılılaşma” bir “irtidatlaşma”, yani “dinden dönme” ve “kafirleşme” sürecidir. Evet, batılılaşma tam bir “mankurtluk” macerasıdır.
Bu süreçten sonra, sorsan kendisini Müslüman zanneden birçok insan, İslam'ı ülke için doğrudan doğruya tehlike görmüş ve onun adına “irtica” diyerek dinle, dinin kurumları ile ve dindarlarla mücadele etmeyi varlık sebebi saymışlardır. Bunlar batının “yeniçerisi” olmuş, onlar yararına Müslümanlarla savaşmaktadırlar.
Evet, çağın en büyük belası, en yaman fitnesi, en amansız derdi « Batılılaşma » dalalet ve irtidadıdır.
Bununla savaşmak ise en büyük cihattır.