Retçi misin Parazit mi?
En son sözü en başta söylemek için, Vicdani Ret konusunda kanal kanal dolaşıp laf ebeliği yapanlara veya televizyona çıkma imkanı olmayıp da böyle konularda lakırdı edince entel dantel tayfasından sayılacağını uman tiplere başlıktaki soru pek yakışır.
***
Bugüne kadar vicdani rette bulunmuş 113 kişi varmış. Bunların içinden hapis, dayak, işkence dâhil çeşitli bedeller ödemiş kimseler olduğu biliniyor. Bu sebeple bu kişilere söyleyecek fazla bir sözün olmaması gerekir diye düşünüyoruz.
Çünkü inanalım inanmayalım herhangi bir düşünce uğruna bir yerlerden belirli bir menfaat beklemeksizin ağır bedeller ödemiş kişiler her türlü fena genellemenin dışında tutulmalıdır.
Kaldı ki bu kişilerin vicdani reddi bir hak olarak kabul ettirmek gibi “misyoncu” dertlerinin olduğu da tartışılır. Çünkü vicdani reddin çok eskilere giden tarihsel serüvenine bakıldığında, bunun bir insan hakları mücadelesi temelinde değil, bir siyasal tavır olarak ortaya çıktığını görürüz. Ya da en azından bu gaye ile ortaya konulmuş bir tavrın kitleler vicdanında desteklenmiş olduğunu fark ederiz. Mesela ABD’nin Vietnam işgaline karşı retçi bir tavır sergileyen Muhammed Ali Clay’in “Benim Viet Cong’la (Vietnam Ulusal Kurtuluş Cephesi) bir sorunum yok… Bana asla ‘nigger’ (siyahları aşağılamak için Amerikalı beyazlar tarafından kullanılan kelime) demediler.” şeklindeki meşhur sözü ne demek istediğimizi anlatır.
Bugün Vicdani Reddin, daha çok apolitik bir tutummuş gibi gözükmesi, Amerikan liberalizminin ideolojik gereksinimleri neticesinde Vicdani Reddi üçüncü dünyacı orduları ve antiemperyalist mücadeleleri iğdiş edecek bir parametreye dönüştürmek istemesi kaynaklıdır.
İşte bu cümleden olmak üzere; bugün ABD’nin Irak ve Afganistan işgallerine, NATO’nun Libya bombardımanına, Türkiye’nin Suriye üzerine sürülme planlarına karşı geliştirilecek bir vicdani reddin, sırtını neo-liberalizme, Sorosçuluğa, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne dayayarak yapılan bireyci fanteziler ve küçük burjuva züppeliğinden mülhem converse retçiliğinden hem derece hem mahiyet farkıyla ayrıldığını bilmek gerekir.
Böylesi bir vicdani reddin, ülkenin bölünme tezleri başta olmak üzere her türlü Batı destekli projede toplaşıveren liberal zevat tarafından asla benimsenmeyeceğini çocuklar bile bilir.
Çünkü onlar bu meseleyi, kendini ‘en vicdani retçi sosyal demokrat’ ilan eden Rıza Türmen’in dilinden söylersek “dünyanın geldiği şu süreçte küreselleşmenin gereği olan bir haktır vicdani ret” diye tanımlarlar.
Tamamen dünya sistemine ayarlı bir kafa yapısı böylesi meseleleri zaten başka nereden kurabilirdi ki.
Oturup Andre Gide’ten pasaj mı aktaracaktı, Henry David Thoreau’dan ya da Tolstoy’dan bir söz mü söyleyecekti!
***
Özellikle Türkiye’de her siyasal hareketin müzmin tuzu kuruları vardır. Bunlar hiçbir bedel ödemezler ve bedel ödemeyi gerektirecek çapta işlerin de altına asla girmezler. Hasbelkader o işlerin içinde olurlarsa da bir yolunu bulup sıvışmayı bilirler. Tut ki -hayat bu ya- sıvışamadılar; o zaman da bir dönem yaşamak mecburiyetinde kaldıkları acıları, hayatlarının geri kalanı için sermaye yapmayı, o yaşanmışlıklar üzerinden imtiyazlı ve gayet kârlı bir gelecek kurmayı çok iyi becerirler.
Yanı başında yoldaşlarının açılan yaylım ateşleri sonucu can verdiğini görenlerin yıllar sonra işadamı, milletvekili, yazar olduklarında bir taraftan toprağın altındakilerin ilkelerine bir bir ihanet edip, diğer taraftan o mevtalar sayesinde sahip oldukları görkemli geçmişlerini reality show meraklısı piyasaya pazarlamayı aynı ayak üstünde yapabildiklerine şahit olduk.
İşte bunlar siyaset ve ideoloji parazitleridir.
Bugün vicdani ret konusunda da aynen buna benzer bir durum yaşıyoruz. Televizyon kanallarında Kemal Derviş kılıklı adamlardan vicdani ret savunuları dinliyoruz.
Hayatında hiçbir konuda hiçbir biçimde bir bedel ödememiş, en küçük risklerden dahi kaçmış, “sınıflarını doğrudan geçen” bay ve bayanların sanki çok marjinal bir şey yapıyormuşçasına ahkam kesmeleri karşısında, türlü işkencelere maruz kalmış gerçek vicdan sahiplerinin ise -ironi bu ya- tövbe istiğfar getirdiklerini söylemek abartı olmaz.
Üretiminde veya eyleminde bulunmadıkları ‘tehlikeli’ düşüncelerin bir müddet sonra yükselen değerler kategorisinden sayılması üzerine ağzı laf yapan perakendeciler tarafından nasıl da sureti haktan gözüküp savunulduğunu göre göre büyüdük.
12 Eylül 1980’de diktatör postalı yalamayı “çağın gereği” sayan bu ibişlerin, Arap Baharı’nda “diktatörler devriliyor” diye nara atarken, saatlerini her daim Washington’a göre ayarladıklarını artık ezberledik.
Daha geçen Eylül ayında Türkiye’nin İsrail’e karşı “Akdeniz’i sana dar edeceğim” çıkışı üzerine “Savaş Karşıtı” bir pirelenmeye tutulanlar, bugünlerde Türkiye’nin Ortadoğu’da ABD-İsrail bloku yanında savaş tamtamlarına gark olması üzerine, Müslüman milletlere doğrultulması planlanan Müslüman namlulara methiyeler düzmeye başladıklarını gördük, görüyoruz.
Bu gibilerin en esaslı maharetidir; hayatta en çok neyi önceliyor ve önemsiyorsan, seni onunla vurur ve aldatırlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.