Devletin malı zehirli bal...
Ne yazık ki devlet imkânlarının boşa harcanması neticesinde iki yakamız bir araya gelmiyor. Bu israf o kadar büyük ki, engellemek mümkün olsa inanın gerçek anlamda refah seviyesine ulaşabiliriz.
Devlet imkânlarının israf edilmesi, illâ da paraların çöpe atılması ya da suların boşa akması değil. Kişilere hak etmediği kadar imkân sunmak ya da gelir dağılımının bozuk olması da başlı başına bir israftır. Aynı işi yapan iki kişinin biri ‘işçi’ diğeri ‘memur’ olduğu için aldıkları ücret arasında uçurum varsa o da ayrı bir israf ve adaletsizlik değil midir?
Bu yanlışlara engel olması beklenen ‘devlet’in, kanunları ve uygulamaları kendi çalışanı menfaatine yontması ve sürekli onları koruması garip bir çelişkidir.
Devlet memurları ile sade vatandaşlar arasındaki en büyük ayırım, sağlık konusunda yaşanıyordu. Memurlar daha kaliteli sağlık hizmeti alabilirken, memur olmayan vatandaşlar kuyruklarda ömür tüketiyordu. Neyse ki yanlış sona erdi ve Emekli Sandığı ile SSK mensuplarının hiç değilse sağlık hizmetlerinden istifadesi eşitlendi. Tabiî başka konulardaki yanlışlar devam ediyor. Meselâ Emekli Sandığı mensupları, emekli olduklarında nisbeten daha fazla emekli maaşı almaya devam decek.
Bir yanlış da emeklilik tazminatları konusunda yaşanıyor. TSK’daki yüksek rütbeli askerlerin uçuk rakamlar aldığıyla ilgili haberler daha önce medyada yer almıştı. (Biri şöyle: İstanbul Milletvekili, emekli Büyükelçi Volkan Bozkır, Dışişleri Bakanlığındaki 38 yıl 6 aylık çalışmasının karşılığı 75 bin lira emekli ikramiyesine sosyal paylaşım sitesi Twitter’dan isyan etti. Bozkır twit’inde, ‘40 yıl karşılığı bir büyükelçi ve vali emekliliğinde ikramiye olarak 75 bin lira, bir orgeneral ise [OYAK’tan] 600 bin lira alıyor’ diye yazdı. Bakınız: Yeni Şafak, 6 Ağustos 2011)
Meğer uçuk emeklilik ikramiyeleri alanlar sadece generaller değilmiş. Çarşamba akşamı (30 Kasım 2011) Türkiye gazetesinde düzenlenen “Türkiye Toplantıları”nda konuşan Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç kendisine bağlı olarak çalışan kurumların durumunu anlattı. Bülent Arınç, Anadolu Ajansı’nda emekli olanların aldıkları emekli ikramiyelerinin fahiş olduğuna dikkat çekerek şöyle dedi: “[AA’da] Kurumda 20 yıl çalışan bir arkadaşımızın 560 bin lira tazminatı oluyor. İhbar da bunun yarısı ediyor. Son 83 kişinin emekliliğinde 30 trilyon kıdem tazminatı ödedik. Bir vali bile 30 yıllık görevinin sonunda 100 bin lira tazminat alabiliyor. Benim kurumumda çalışan bir çaycı 260 bin lira tazminat alıyor. Gözümüz yok, ama böyle bir kurum nasıl ayakta kalır, bir haber için 25 kişi nasıl görevlendirilir... “
Bu ‘bilgi’ sonrası ne demek lâzım? Bu kadar çelişki olur mu? Tamam, bizim de gözümüz yok, ama gözümüz olmasa bile bu miktarda tazminat almak Türkiye şartlarına uyar mı? Tabiî ki tazminat alanları değil, bu miktarda tazminat verenleri, sistemi o şekilde kuranları hesaba çekmek lâzım. Öyle ya, AA’da çalışanlar bu tazminatları zorla alıyor değiller. “AA veriyor, sana ne?” de dememek lâzım. Çünkü AA netice itibarıyla devlet hissesinin çoğunluk olduğu bir haber ajansı. Dolayısı ile tüyü biten ve bitmeyen ‘yetim’lerin de o paralarda hissesi var.
AA’nın da hakkını yemeyelim. Habercilik noktasında iyi bir yerdeler ve sadece haber başı maliyet ile diğer özel ajanslarla kıyaslayıp ‘Pahalıya mal oluyorlar’ demeyelim. Şunu da bilelim ki, Türkiye şartlarına uygun bir ücret ve emeklilik tazminatı uygulaması ile de Anadolu Ajansı iyi işler yapabilir.
Arınç’ın açıklamalarının yayınlandığı bir haber sitesine yorum yazan bir vatandaş şöyle demiş: “Eğer benim bir hakkım var ise ki var olduğuna inanıyorum... Kesinlikle iki elim yakanızda, haberiniz olsun...”
Ne AA’yı, ne de TRT ve benzeri kurumları “devletin malı deniz” olarak görmeyelim, göstermeyelim. Aksine “Devletin malı zehirli bal gibidir. Haksız yere o baldan yiyenlerin hem başı, hem de midesi delinir” kanaatini hâkim kılalım. Her türlü israfa da mani olalım. Bakın, asıl başarı o zaman gelecek...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.