Yaşar Değirmenci

Yaşar Değirmenci

Hz. Hüseyin Efendimiz’in Şehadeti ve Düşündürdükleri

Hz. Hüseyin Efendimiz’in Şehadeti ve Düşündürdükleri

10 Muharrem 1433 Hz. Hüseyin Efendimiz’in şehadetinin yıldönümü. Hicretin 61.yılının 10 Muharrem günü Hz. Hüseyin ve yanında bulunan bir avuç insan (çoluk çocuk dahil 72 kişi) 4000 kişilik Yezid ordusu tarafından kuşatılarak bugün Irak topraklarının içerisinde kalan Kerbela’da hunharca katledildiler. Katledilen Peygamber Efendimizin sevgili torunu Hz. Hüseyin idi. Peygamberimizin “Şu benim oğullarım, Hasan ile Hüseyin, Cennet gençlerinin efendileridir. Hasan ve Hüseyni sevmiş olan beni sevmiş, onlara düşmanlık eden de bana düşmanlık etmiş olur.” Buyurduğu torunu. Katledilmeyi gerektiren bir cürüm işlememiş sadece idare kendisini “potansiyel muhalif” olarak gördüğü için çeşitli entrikalarla yerinden edilerek tuzağa düşürülmüştü. Hz. Hüseyin’in katli, değil bir peygamber torununa, hiçbir insana hatta hiçbir canlıya dahi reva görülemeyecek hunharlıkta gerçekleşmişti. Bu olay Müslümanların hafızasına silinmez bir biçimde kazındı. Bu ümmet, Sünni’siyle, Şii’siyle, Alevi’siyle bu olayı unutmadı, unutturmadı. Mezhep ve meşrep ayırt edilmeksizin Müslümanların yaşadığı her coğrafyada Kerbela ağıtları yakılageldi. Erkekler ve kadınlar gözyaşlarıyla bu ağıtları dillendirdiler. 10 Muharrem’i, aşure ile karşılamaları, çocuklarının adlarını Hüseyin ve Zeynep koymaları, Kerbela’da olanların hatırasını hep zihinlerde taze tutmak içindi. Bu yüreğimizi yakan hâdiselerle ilgili bir sürü menkibe anlatıldı, yazıldı. Ben Kerbela’ya katılanlardan her birinin belasını bulduğuna dair muteber kitaplarımızdaki nakillerden bir tanesini hatırlatmak istiyorum. “Bir gece oturmuş, Kerbela faciasından bahsediyorduk. Mecliste bulunanlardan biri, bu vakaya katılanlardan belasını bulmadık hiç kimse kalmadığını ileriye sürdü. Yine mecliste bulunanlardan bir ihtiyar kendisini öne attı ve Kerbela’ya katılanlardan ve Hüseyin’in öldürülmesine yardım edenlerden olduğu halde o güne kadar hiçbir belaya uğramadığını söyledi. O an odada yanan kandillerden biri sönecek hale geldi. İhtiyar kandili alıp fitili düzeltmek isterken sıçrayan bir kıvılcımla sakalı tutuştu. Meclistekiler ihtiyarı söndürmeye davrandılarsa da başaramadılar. Sakalını bastırdığı entarisi ve bütün vücudu alevler içinde kaldı. İhtiyar, koşarak kendisini kenarında bulunduğumuz Fırat’a attı ve yana yana boğularak öldü.”

Hz. Hüseyin’in şehadet hadisesini basit bir olay olarak değil, kökeni ta eskilere dayanan nübüvvet ve saltanat arasındaki mücadelenin devamı olarak ele almak gerekir. Bu tarihi olayların dün olduğu gibi, değişik zaman ve mekanlarda farklı isimler altında bugün de aynen yaşandığı ve kıyamete kadar da yaşanacak olması unutulmamalı. Kerbela olayı aynı zamanda bir semboldür hem “nübüvvet” hem “saltanat” için. Aynı inancın salikleri arasında ortaya çıkan iki farklı çizginin de ilk çarpıcı örneği. Bu farklı çizginin adı, nübüvveti temsil eden Hz. Hüseyin ile saltanatı temsil eden Yezid. Hz. Hüseyin çizgisinin özelliği; örnek mazlumiyeti, fedakârlığı, adaleti, birliği-beraberliği, sevgiyi, muhabbeti, hakkı, hakikati, hikmeti, cesareti, şehadeti, izzeti ve kıyamı temsil etmesidir. Yezidin çizgisinin özelliği ise; hırsı, ihtirası, saltanatı, zulmü, hileyi, zulme rızayı temsil etmesidir. Herkes farkında olarak veya olmayarak bu iki çizgideki yerini alıyor. Bir “ibretler meşher”inde… Onun için iyi tahlil edilmeli. Bugünün dünyasındaki fitne, zulüm, “devlet despotizmi”, makam-mevki sarhoşluğu, lüks ve israf, debdebe içinde yaşanan hayat tarzları, bütün bunların elde edilmesi için feda edilen “kutsal”lar, dünyevîleşme hastalığı, her türlü hercümerç… Kerbela’dan buraya, buradan Kerbela’ya bakalım. O gün yaşananları bugün ve buraya taşıyalım. İçimizi kanatan, bizi gözyaşlarına boğan, “bu kadarı nasıl olabiliyor” dedirten olaylar zincirini çıkış noktasından sonucuna kadar çok iyi tahlil edip değerlendirelim, üzerinde düşünelim.

Zulüm karşısında susmayı “dilsiz şeytanlık” olarak değerlendiren, zalim idareciye karşı hakkı söylemeyi “sözlerin en güzeli” olarak niteleyip o tavrından dolayı öldürüleni “şehid” ilan eden bir dinin mensuplarının bugünkü durumu nedir? Güçlü ile “haklı”nın mücadelesinde Hak ve haklıdan değil, kalbiyle ve kafasıyla “güçlü”den yana olanlar, kimi ve neyi temsil ettiklerinin farkındalar mı? Olayları değerlendirirken, vahye dayanmamaktan kaynaklanan ölçüsüzlük; tahrifat ve tahribatta kalmamış, akideye ve düşünceye de bulaşmıştır. Daha sonra tahrifat ve tahribata uğrayan inanç ve düşünceler saltanatçı güçler ve onları destekleyip onların emrine giren ulema tarafından meşrulaştırıldı, kurumlaştırıldı. Din anlayışı da Allah Rasulü’nün ve Ashabının yaşadığı İslam değil; İslam’la bağdaşmayan dünyevileşme üzerine kuruldu. Adalet ve istişare, yerini zulme dayalı bir siyaset anlayışına bıraktı. Çalkantılar, adalet ve istişareyi unutmalar, hilafeti zorla ele geçirerek saltanata dönüştürmeler, ortaya çıkan hiziplerle gelen siyaset kaynaklı akîdevî ve fıkhî ihtilaflar… İhtilafların kavgaya, kavganın savaşa dönüşmesi. Unutulan “savaş ahlakı” ve sonucunda meydana gelen entrikalar, zulümler, işkenceler… Bütün bu olanlar; Hz. Hüseyin Efendimizin şahsında yaşananları tefekkürle tahlil edip ibret almayı, ders çıkarmayı gerektirmektedir.

Ağır imtihanlardan geçerek Nebevi çizginin temsilcisi olanların verdikleri mücadeleyi unutacak mıyız? Zulme karşı sonu şehadetle biten direnmeler üzerine kafa yormayacak mıyız? Onların çektikleri ızdırabı hissetmeyecek miyiz? Dünya nimetlerini elde etmek için sınır tanımayanlara tavır koymayacak mıyız? Ümmetin bugünkü halinin sancısını taşımayacak mıyız? Çeşitli makam ve mevki vaatleriyle kandırılan, konumlarını kaybetme korkusuyla bu katliama girişenlerle bugünkü “saltanat sarhoşları”nı kıyaslamayacak mıyız? İslâm âleminin içler acısı hâli bir başka “Kerbela” değil mi?

Muharrem ayını hatırlamak, o ayda olan hadiseleri genel kültür havasında bilgi ve nakil malzemesi olarak anlamak ve kullanmak, meselelerimizi hiç anlamamak, kavramamak demektir.

Bu ay “aşûra”dan ibaret değil! Bu ayın idraki için de Aşure dağıtmak yetmiyor ne yazık ki!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yaşar Değirmenci Arşivi