ABdeki kriz, bizi zengin kılar mı?
Türkiyenin Avrupa Birliği üyeliği yolundaki çalışmaları iyice yavaşlamış durumda. Bizimle aynı tarihlerde AB ile üyelik müzakerelerine başlayan Hırvatistan, müzakereleri tamamlayıp üyelik anlaşmasını imzalarken, Türkiye-AB münasebetlerinin nasıl ilerleyeceği ise belirsiz.
Yeri geldiği için tekrarlamakta fayda var: Avrupa Birliğinin ortaya koyduğu ekonomik ve siyasî hedeflere ulaşmak Türkiyenin de menfaatinedir. Eksikleri ve hataları olmakla birlikte o hedefte; daha fazla hak, daha fazla hukuk ve daha fazla adalet vardır.
Türkiyenin Avrupa Birliğine üye olma kararı bir devlet kararı olarak ilan edilmiş ve o hedefe ulaşmak için de çalışmalar yapılmıştır. Ancak bu çalışmaların iki ileri, bir geri şeklinde olduğu söylenebilir. ABye üye olmak isteyen başka ülkelerin bir iki yılda yaptığı, yapabildiği değişiklikleri ve kararlılığı maasef biz on yılda, yirmi yılda ortaya koyamamışız. Zaman olmuş hızla ilerlemişiz, zaman olmuş Acaba? diyerek yerimizde saymışız. Tabiî ki bu bocamanın faturasını da bütün bir millet olarak ödedik ve ödemeye devam ediyoruz.
Türkiyenin AB üyesi olmasının önündeki engellerin başında, vesayet sistemi anlayışı geliyor. Sistemin temelindeki bu anlayış değişmediği sürece ABye üye olmamız mümkün değil. Türkiyeyi idare edenler de ne hikmetse bu vesayetçi sistemi değiştirmeyi her erteliyor ya da öteliyor. Dünün komünist ülkeleri kısa sürede AB üyesi olabilirken, Türkiyenin bunu başaramaması başka nasıl izah edilebilir ki?
Ülkemizin küçük değil, büyük bir ülke olduğu, bu sebeple ABye üyelik görüşmeleri uzamış olduğu söylenebilir. Fakat temel problem bu değildir. Bir yanlış yaklaşım da, AB ülkelerinin maddî sıkıntıya düşmesine sevinmemiz... Malûm, başta komşumuz Yunanistan olmak üzere çok sayıda AB üyesi (İtalya gibi) ciddî krize girmiş durumda. Topluluğun diğer üyeleri bu sıkıntıyı aşmak için çalışıyor, ama kriz henüz aşılabilmiş değil. Türkiyeyi idare edenler de Bakın, AB krizde. Biz çok rahat durumdayız. O halde ABye üye olmak için gayret sarfetmeye gerek yok demeseler de bu mânâları ima etmeye başladılar.
AB üyesi ülkelerin krizde olduğu doğru, ama bu bizim zengin olduğumuz anlamına gelmez. Şunu unutmayalım ki onların kriz hali bizim sağlam halimizden kötü değil. Hem, onların krizde olması dolaylı olarak bizi de krize sürüklemez mi? Dünya artık bir köy haline geldiğine göre, komşularımızın krizde olmasına nasıl seviniriz? Onlar krize girip daha az tüketmeye başladığında bizim üreticilerimiz de sıkıntıya girmez mi? Onlar fakirleştikçe biz zenginleşebilir miyiz?
Şunu da unutmamak lâzım ki, Türkiye sadece maddî refah düşüncesiyle AB üyeliğini istememeli. AB üyeliği, maddî refahın yanı sıra ve belki de daha öncelikli olarak sosyal ve siyasî refah için talep edilmeli. Oh, AB batıyor, AB dağılıyor, bundan sonra üye olmamız için onlar bize yalvaracak anlayışı şık değil...
Hedefimiz; bütün insanlığın baskılardan, zulümlerden ve dayatmalardan kurtulması olmalıdır. Başkalarının fakirliği üzerinde yükselen bir zenginlik, kalıcı olmaz.
Türkiye, başkaları istiyor diye değil; bu ülkede yaşayanlar daha iyilere lâyıktır düşüncesiyle AB üyeliği hedefinde ısrarcı olmalı. Ankara kriterleri ile yolların bitmediğini hatırlatırız...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.