Sükan görünümlü Şahin
Şimdiki gençler bilmezler...
Eskiden Türkiyede otomobiller sui generis idi, yani kendine özgü.
Aslında hukuki bir terim ama Gümrük Birliği öncesi Türkiyeye cuk oturuyor.
Çamaşır makinelerinin çalışırken yürüdüğü, buzdolaplarının pek soğutmadığı, otomobillerin kuş adları taşıdığı dönemdi.
Doğan bu otomobillerin en gözdesiydi çünkü yanılmıyorsam camları otomatik açılıp kapanıyordu.
Şahin bir alt modeldi, onun camları elle açılır kapanırdı.
(Bu markaları küçümsemeyin, onların yarattığı servet bugünkü medya düzeninin doğmasına doğrudan katkıda bulundu. Nasıl olduğunu bilahare anlatırım.)
Şahini modifiye eder, Doğan görünümüne sokarlardı.
O zamanın gazetelerinde sık sık Doğan görünümlü Şahin arabaların satış ilanına rastlardınız.
Zaten bir bayandan veya doktordan satılık, bir de Doğan görünümlü Şahin vardı.
O dönemlerin İçişleri Bakanı Faruk Sükandı, nam-ı diğer Zehir Hafiye...
Her yerde komünizm tehdidi görürdü rahmetli ve birazcık faşoydu.
Genelde içişleri bakanları bu düşünce geleneğini sürdürdüler aslında.
Tam AK Parti ile bu model değişti diyorduk, Tayyip Bey İdris Naim Şahini bulup çıkardı.
Çok aradı mı bilmiyorum...
Ama adam cevher.
Konuştukça güller açıyor.
Bitti, tükendi dediğimiz komedi geleneğinin son temsilcisi adeta.
Faruk Sükana nal toplatacak düzeyde hafiye.
Bakanın her konuşması siyasi tarihe geçecek nitelikte.
Aslına bakarsanız, insanın Faruk Sükana fit olacağı geliyor, ne de olsa rahmetli Süleyman Demirelin içişleri bakanıydı.
Şahin, demokratik açılım iddiasındaki bir iktidarın bakanı.
Galiba havaya bakanı.
Bakın ne buyurmuş:
Terör örgütünün yürüttüğü çalışma sadece dağda, bayırda, şehirde, sokakta, arka sokaklarda haince pusu kurarak yaptığı saldırılardan ibaret değil. Bir başka ayağı daha var. Bilimsel terör var... Resim yaparak, tuvale yansıtarak, şiir yazarak, şiire yansıtıyor, günlük makale yazarak. Hızını alamıyor. Terörle mücadelede görev almış askeri ve polisi, sanatına çalışmasına konu yaparak demoralize etmeye çalışıyorlar. Terörle mücadele edenle bir şekilde mücadele ediliyor. Arka bahçe İstanbuldur, İzmirdir, Bursadır, Viyanadır, Londradır, Washingtondur, üniversitede kürsüdür, dernektir, sivil toplum kuruluşudur... Arka bahçede ayrık otuyla ayrık otları birbirine karışıyor. Bir kısmı faydalı, bir kısmı zehirli...
Yurtdışına çıkamayacağız, resim sergisi gezemeyeceğiz, üniversiteler kusura bakmasın ama sempozyumlarına katılamayacağız.
Meğerse bunların hepsi bizi zehirlermiş, farkında değildik.
Anlamadığım bir nokta var, biz bu hükümette Bülent Arınç, Beşir Atalay çizgisini mi ciddiye alacağız, Şahin çizgisini mi?
Yandaşız ya, kafamız karıştı, yazılarımızın ayarı kaçacak...