Reklam "özgürlüğü yaşatır" mı?
Hikaye malum: Günün birinde dünyaca ünlü bir otomobil markası, sponsorluk anlaşması yaptığı bir yarışçının televizyon programında yanına aldığı konuk yüzünden anlaşmayı iptal eder. Zira yanındaki "erkek" konuğun kıyafeti, tavrı, imajını bozmaktadır. Sakalıyla ima ettiği inanç ve dünya görüşü nedeniyle dünya kapitalizminin en önemli markasının imajını zedelemektedir.
Ne var ki, kapital sahibinin imaj sorununa neden olan sakallı erkek misafir mağduriyeti karşısında feveran etmektedir. Bir dünya markasının Türkiye distribütörünün rahatsızlığına kurban giden mağdur adam, bu "yobaz" saldırı karşısında savunmaya geçer; medyada liberal, özgürlükçü, inanmış, muhafazakâr hemen her kesimden destek toplar.
Mağdurun tezi şudur; sloganı "özgürlüğü yaşatır" olan bu prestijli markanın reklamındaki iddiasını yaymak; daha çok satış yapmasına, tüketilmesine katkı sağlama konusunda başkalarından ne farkı vardı? Hatta sakalı her ne kadar alâmetifarikası gibi dursa da birey olarak daha yetenekli idi... Bu düpedüz laikçi bir ayrımcılıktı. Türkiye'de seçkinci laikçilerin sınıfsal ve ideolojik olarak ötekileştirdikleri kesimlere karşı yıllardır sergiledikleri ayrımcılığın, önyargının son örneği idi.
Tüm bu argümanların inkar edilir bir yanı yoktu. Resmi kurumlarda, özel sektörde, kamusal alanda, üniversitede dışlanmak bir yana hayat tarzı, inancı dünya görüşleri aşağılanmakta, özellikle kadınları açık bir ayrımcılığa uğramaktadır.
Memlekette oluşan siyasal yapıya paralel olarak sosyal ve ekonomik dengelerdeki değişim, dışlanmışları merkeze yaklaştırırken onların moderniteyle barışık, kapitalist dünyanın gerektirdiği ilişkileri de kurmaya başlamış olmalarının özeti gibi duran bir olay bu.
Sadece dünya markası bir otomobil firmasının reklamıyla sınırlı kalmayan bir öteleme yavaş yavaş kırılırken, iki taraf da birbirine her anlamda yaklaşırken kimin ne kaybettiğinin sorgulanması gereken bir durum söz konusuydu.
Faize bulaşma endişesiyle bankanın önünden bile geçmeyen muhafazakâr amcalar artık kredilerindeki faiz oranlarının pazarlığını yapar duruma gelmiş, bankanın üst düzey yöneticisi olarak imaj değiştirmiş inançlı kadrolarla iftihar edilmeye başlanmıştır. Kimsenin dikkatini çekmeden gelişen bu erkek sekülerizmi kadınlara yeni yeni sirayet etmeye, görünür olmaya başladığında ise kıyametler kopmaya başlamıştı. Oysa onlarca yıl önceden Müslüman erkeklerin sekülerleşmesi; serbest piyasa şartlarına uyumda, devlet kademelerindeki yükselişlerinde kendini göstermişti çoktan.
Artık küllendiği sanılan eski seçkinci öfkenin otomobil reklamında ortaya çıkmasına karşı gösterilen tepkiler gerçekte ne çok sorunun çoktan unutulmuş olduğunu da hatırlatan bir ihtar sayılmalıydı.
Mesela, bir markanın reklamda bize sunduğu sahte gerçeklik ve sahte hakikat duygusunun neresinde yer alıyorduk? Bir otomobil gerçekten "özgürlüğü yaşatır" mıydı? Özgürlüklerimiz otomobilimizin markasına, fiyatına göre mi ölçülüyordu?
Hayatı sahih değerlerle anlamlandıran, bu değerlere göre hayat tasavvuru kuran bir dünya görüşüne bağlı olmakla sahte gerçekliklerin yanılsamasında nesne haline getirilmek arasında bir çelişki yok muydu? Sonradan palazlanan ve daha çok devlet gölgesinde yükselen seçkinci sermayenin küresel sermaye ahlakı ve tavırlarıyla pek uyuşmayan "rahatsız edici imaj sorunu" karşısında sisteme entegre olmanın neleri alıp götürmekte olduğu sorusu buharlaşmışsa erkeklerin ve kadınların imaj sorunu kalmayacak demektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.