Faruk Çakır

Faruk Çakır

Helâl lokmanın kıymetini bilmek

Helâl lokmanın kıymetini bilmek

Emekli ya da şu an görevdeki milletvekillerinin maaşlarına yapılan zam, ilgili kanunun cumhurbaşkanınca kısmen veto edilmesi ve ardından başlayan tartışmalar, bir bakıma “helâl lokma” meselesini de gündeme getirdi. Her kademede ‘haksız kazanç’ peşinde koşanlara itiraz edenler, haklı olarak “Bu kadar parayı hak ediyorlar mı?” sorusunu soruyor.

Yanlış anlaşılmasın, “Bu kadar parayı hak ediyorlar mı?” sorusu sadece milletvekilleri için sorulmuyor. Doğrudan ya da dolaylı olarak milletin imkânlarından istifade eden herkes için bu soru geçerli. Hepimiz şunu bilmeliyiz ki, alınteri akıtmadan, helâl olmayan yollarda elde edilmiş paralar; hiç birimize fayda vermez. Bu nokta o kadar önemlidir ki, gerçek mahiyetini bilmiş olsak kılı kırk yarar, midemize ‘helâl olmayan lokma’nın girmemesine azamî gayret gösterirdik.
Tarihimiz, ‘helâl lokma’ya verilen değeri anlatan ibretli hadiselerle doludur. Dedelerimiz ve babalarımız da bu hususta belki de bizden daha fazla itina gösterirdi. Maalesef zamanla, insanların dünyevileşmesi sonrası ‘helâl lokma’ konusundaki hassasiyetler kaybolmaya yüz tuttu. Böyle olmasaydı bilhassa ‘devletten geçinenler’ her şeyi bir yana bırakıp, nasıl daha fazla maaş alabileceklerinin hesabını yapar mıydı?
Temlerin sağlam olduğu yıllarda “tüyü bitmedik yetim”in hakkının bulunduğu “devlet malı”na el uzatmak en hakir görülen hallerdendi. Maalesef, her şeyi maddede arayanların teşvikiyle “Devletin malı deniz, yemeyen işbilmez” anlayışına gelindi. Tez zamanda bu yanlış anlayıştan kurtulup, “helal lokma” ile “haram lokma”nın farkına varmak mecburiyetindeyiz.
Zülfü Livaneli, milletvekillerinin maaşlarıyla ilgili bir yazısında şöyle demiş: “(eskiden bizde de) Devlet malı yemekten korkulurdu. Mesela ben ve kardeşlerim Yargıtay Başkan Vekilliği döneminde babamın makam arabasının içini hiç görmedik. Araba onu getirip bırakırdı, dışarı çıkacaksak ailece otobüse ya da dolmuşa binip giderdik. Kalem kutumda bir yabancı kurşun kalem görüldü diye evde kriz yaşandığını, ‘Kimin bu kalem?’ diye üstüme gelindiğini, ağlayarak arkadaşımın kaleminin yanlışlıkla benim kutumda bulunduğunu anlatmama rağmen cezadan kurtulamadığımı hatırlarım. Osmanlı’dan beri kaç kuşaktır zabit ve hâkim olan ailem, dar gelirli yaşamayı bir şeref madalyası gibi göğsüne takan ve yine de ‘Allah devlete millete zeval vermesin! Çok şükür!’ demesini bilen bir aileydi. 94 yaşındaki babam hâlâ aynı sözleri söylüyor; her namazın sonunda devlete dua ediyor. O ahlakî sağlamlıktan bu çürümeye gelişimiz ne kadar hazin bir hikâye değil mi?” (Vatan g., 30 Aralık 2011)
Hakikaten ciddî bir bozulma ve tahrip sürecinden geçtik ve geçiyoruz. Bugün, bilhassa ‘devlet’ten geçinen bir bürokrat, Livaneli’nin babası gibi davransa en başta komşuları itiraz eder. Maalesef, “helâl lokma” için gösterilen hassasiyet, acizlik ya da işbilmezlik olarak görülür.
Elbette ‘devlet’ten (ya da ‘vakıf’ların imkânlarından) geçinen bütün bürokratların hassasiyetlerini kaybettiklerini iddia etmiyoruz. Olması gereken gibi davranan, haram bir lokmanın kendisi ve çocuklarının kursağına inmemesi için hassasiyet gösteren, belki de bu uğurda eleştirilen hakikî bürokrat ve çok sayıda yöneticilerimiz vardır. Duamız, helâl lokma konusunda hassasiyet gösteren yönetici, bürokrat ve siyasetçilerimizin sayısının artması içindir.
“Ya Rabbi! Bizi helâl lokma ile besle! Aile efradımızın ve çocuklarımızın kursaklarına da ‘haram lokma’ indirme! Bize bu hususta yardım et! Çünkü senin yardım ve himayen olmadan bu çetin imtihanı kazanmamız değil” diyor ve O’na sığınıyoruz...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Faruk Çakır Arşivi