Ya Hayır Hiç Yoksa?
İşte “Dam başında saksağan, vur beline kazmayı” cinsinden bir yorum: “hocanın bir mü'minin asla rıza gösteremeyeceği ehveni şer düşüncesine iyice kaptırdığını görüyorum.”
Ele kalem alıp büyük laflar etmeden önce biraz ilim lütfen, biraz edep.
Oysa “ehven-i şerrin tercih edileceği” “kavaid-i külliye”den olarak “Mecelle”de dahi tespit edilmiştir. Bu “ehven-i şerrin tercih edileceği” düşüncesine “rıza”, “bir müminin asla göstermeyeceği” bir şey ise, bu kaideyi ortaya koyan bütün İslam fıkhı âlimleri ve şeriatı kanunlaştıran Mecelle heyeti kâfir midir? Bu soruya vicdanlarında ne cevap bulacaklar acaba?
İnsan kendini rezil etmeden önce hiç olmazsa internete bir girer ve “Ehven-i şer” yazarak şöyle bir arama yapar. Hiç olmazsa karşısına ilk çıkan şu yazıları bir okur, sonra kendini rezil eder:
“Bu ifadenin aslı "ehven-i şerreyn" yani, iki kötünün hafif olanı, şeklindedir. Önemli bir fıkıh yani, Islâm hukuku kaidesidir. İslâm hukukuna göre hazırlanan "Mecelle"mize; "ehven-i şerreyn ihtiyar olunur" diye geçmiştir ki, başka ihtimal (alternatif) yoksa ve yapmak zorunda olduğumuz şeyler kötü şeylerse en hafifini seçmek mecburiyetindeyiz, demektir. (Md.29)
Aynı zamanda Mecellemizde üç madde daha vardır: “İki fesatla karşılaşıldığında hafif olanı yapılır, büyüğünün çaresine bakılır", "Büyük zarar küçük zararla giderilir"; "Genel zararı önlemek için kısmî zarar seçilir" (md. 26,27,28).
Bugünkü Türkçe ile aktardığımız bu maddeler İslâm hukuku açısından önemli maddelerdir ve bilinmeleri halinde günlük hayatımızda birçok problemimizi hallederler.
Ancak ifadelerden de anlaşılacağı gibi, iki kötüden hafif olanının yapılabilmesi için, hayır olan ihtimal (alternatıf) bulunmaması ve ikisinden birini mutlaka yapmak zorunda kalması şartları vardır. Buna göre; şerlerin yanında bir de hayır varsa veya hayır olmasa bile şerlerin hiç birini yapmadan da olunabiliyorsa şerrin hafif olanı da yapılamaz.
Meselâ: Yaralı bir adamın, secdeye gidince yarası akıyorsa ima ile oturarak kılar. Çünkü secdeyi terketmek namazı abdestsiz kılmaktan daha hafif bir zarardır. Bir adamın tavuğu başkasının değerli bir incisini yutsa, incinin sahibi tavuğun parasını verip onu kesebilir, diğeri vermemezlik edemez. Hamile bir kadın öldüğünde, çocuğunun canlı olduğu umuluyorsa kadının karnı yarılıp çocuk çıkarılır. Etrafa yayılmasından endişe edilen bir yangını söndürmek için gerekirse itfaiye birisinin evini yıkabilir. Susuzluktan ölmek üzere olan birisi, şaraptan değil de biradan ölmeyecek kadar içer. Millete ve inanca en az zararlı olan partiye rey verir. Sünnetten ya da farzdan birinin mutlaka gideceği yerde, kalbi kan aglayarak sünneti bırakır farzı yapar...(Daha geniş bilgi için bk. Ali Haydar Efendi, dürer I/83 vd; M.Sıddık el-Burnû el-Veciz 82 vd) (http://fikih.ihya.org/islam-fikhi/ans-279.html)
İşte o kardeşimize kısa bir okuma parçası daha, şayet anlarsa: “Özellikle Hakkın hâkim olmadığı, şer ve fesâdın devlet ve çevre eliyle mecbûrî istikamet olarak gösterildiği yerlerde çoğu zaman iki şerden birini kabul etme mecburiyetinde kalırız. Bu takdirde yapılacak iş, şerrin ehvenini, yani daha hafifini kabul etmekten geçer.
Burada hayırla şerrin karşılaştırması yapılıyor değil. Elbette ki hayırla, ehven-i şer karşı karşıya gelince hayır işlenecektir. İki şerden birinin tercih edilmesinden başka bir seçenek olmadığı durumda ne yapılacağı, nasıl hareket edileceğiyle ilgili olarak, ehven-i şerrin tercih edilmesi, zararın en az atlatılması olarak değerlendirilmelidir.
Istılâhât-ı Fıkhiyye Kamusunda bu gerçek, "iki fesad teâruz ettikde (karşı karşıya geldiğinde) ehaffı (daha hafifi) irtikâb olunur" şeklinde kurallaştırılır ve iki ayrı misalle açıklanır: "Yangında, yangın yerine yakın evlerin yıkılması, yangının büyümesini önleyecekse bu yola tereddütsüz gidilir." "Batmaya yüz tutan geminin bir kısım yükleri denize atılır…" (Devamı için bkz. http://fecir.net/node/2873)
Bu bilgiler ışığında şimdi soralım: Kimin yazdığı belli olmadan yazılan bir yorum bile olsa insan yazdığından sorumludur değil mi? Hele de Müslümansa…
“Hoca” dediği bir insan için “bir mü'minin asla rıza gösteremeyeceği” diye nitelediği bir düşünceye “iyice kaptırdığını” söylemek, hele de bu düşünce “ehveni şer” gibi İslam Şeriatının kabul edip kullandığı bir düşünce olursa, ne dersiniz, bunu söyleyenin cehaleti mi ağır basar, yoksa edep noksanlığı mı?
Mütevazı ve mahviyyetkâr olmalıyız. Gurur, kibir, enaniyet ve kendini beğenmişlikten kaçınmalıyız. Kardeşlerimiz hakkında mümkün mertebe hüsn-ü zanlı, tatlı dilli, güler yüzlü, lütufkâr ve ikramlı olmalıyız.
Gelelim gerçeğe. Türkiye’de sistem İslam Partisine izin vermiyor. Kurulan her parti Anayasaya ve yasalara bağlı kalmaya mecbur. Anayasanın başlangıç ilkeleri partilere “Atatürk Milliyetçiliği” ve “laiklik” şartını dayatıyor.
Öyleyse ne yapacaksın?
Bunu yazdık daha önce, özeti şu: Ya Parti kurup siyasete katılmayı hiç düşünmeyeceksin. Seni eller idare edecek. Ya da dayatılan şartlara içinden “hayır”, dışından “evet” diyerek partini kuracak ve siyasete katılarak ülke yönetiminde söz sahibi olacak, hem halka hizmet edecek, hem de bu haksızlığı gidermeye çalışacaksın.
Bunu yapanlar var ve bunu İslam’ın “zaruret” ilkesine dayanarak yapıyorlar. Buna “takiyye” diyerek kınayanlar, asıl insanlara özgür bir siyaset yapma ortamını sağlamadıklarından dolayı kınanmayı hak etmiş suçludurlar ve aslında kendileri utanmalıdırlar.
Bir de aynı sistemin çamurunda kirlenmişken kendilerini temiz, kardeşlerini kirli görenler, temiz kalmayı tekellerinde tutarak rekabet yerine kavgayı seçenler utanmalıdırlar.
Bize gelince, ortada “mutlak hayır” diyeceğimiz bir “İslam Partisi” olmayınca şerler arasından birisini, ya “bize en yakın”, ya da “bize en az zararlı”, ya da “hem yakın hem de iktidar şansı var” diyerek tercih ediyoruz. İşte bunu da İslam Fıkhının “ehven-i şer tercih edilir” kaidesine göre yapıyoruz.
“Ya Parti kurup siyasete katılmayı hiç düşünmeyeceksin. Seni eller idare edecek” görüşünü “demokrasi ve laikliği ret” anlamında tercih edenlere saygı duyarım. Konu zaten enine boyuna tartışılıyor.
Fakat ikinci şık için “şirk” veya “küfür” diyenleri hatalı bulurum ve biraz “fıkıh”, biraz “fıkıh usulü” okumalarını, biraz da büyük sözü dinlemelilerini tavsiye ederim.
Mesele bundan ibarettir.