Irak artık İran mıdır?
Birileri hala, inatla ve ısrarla Uluderede yaşanan faciayı, bir iç hesaplaşmanın parçası olarak kullanmaya devam ederken, Türkiyenin etrafındaki hareketlilik giderek daha karmaşık bir hal alıyor.
Önceki gün son derece kritik bir telefon görüşmesi gerçekleşti. Başbakan Tayyip Erdoğan, Irak Başbakanı Nuri El Malikiyle konuştu. Görüşmenin ayrıntılarını elbette bilmiyoruz. Ancak Erdoğanın son aylarda iyiden iyiye tırmanan ve özellikle de Şii-Sünni çatışmasını giderek daha geniş bir alana yayan gelişmelerle ilgili kaygılarını aktardığını tahmin etmek zor değil.
Daha önce sıkça dile getirmeye çalıştım. Türkiyenin Irak Şiileri üzerindeki etkinliği, elbette çok ciddi bir derinliğe sahip değil. Bunun tarihsel olduğu kadar, bugün itibarıyla bölgesel nedenleri de var. Fakat Ankara, ne dün, ne de bugün, Sünni dünyanın hamisi gibi davranmadı. Bu da kendisini çok daha tehlikeli çatışma alanlarından uzak tuttu. İşte tarihe rağmen, Türkiyenin sözü bu yüzden kıymet taşıyor.
ABDnin Irak işgalinden sonra, bazı uluslararası merkezlerde Arap ve İran Şiiliği üzerinde pek çok çalışma yapıldı. Necef ve Kum arasındaki rekabet alanlarının ne kadar derinleşebileceği, hatta yeri geldiğinde bir çatışmaya dönüşüp dönüşmeyeceği üzerinde hayli kafa yoruldu.
Gelinen noktada, iki Şii topluluk arasında, şimdilik siyasi zeminde şekillenen bir yakınlaşma var. Şimdilik diyorum, zira Şiiliğin güçlü sembolleri etrafında ciddi bir bütünleşmeye doğru gidilebilir mi sorusunun cevabını henüz bilmiyoruz.
Şiilik, yoksulluk ve iktidar
Irak Başbakanı Malikinin, ikinci iktidar döneminde Şiilik çıtasını yükseltmesini, sadece İranın etkisiyle açıklamaya çalışmak yanıltıcı. Irak Şiilerini konuşurken ihmal ettiğimiz bambaşka bir gerçek var. Bu ülke nüfusunun yaklaşık % 65i Şii. Üstelik son derece yoksul, okuma yazma oranı % 15-20 civarında olan bir topluluk var karşımızda. Sünni Baas yönetiminde tümüyle iktidar denkleminin dışında yer alan, bürokrasinin hemen hiçbir alanında kendilerine geçit verilmeyen Şiiler, şimdi büyük bir iktidar arzusuyla hareket ediyor. Malikiyi, elbette onun arkasındaki asıl politik güç olan Dava hareketini besleyen yapı bu.
İran, işgalin ardından, Sünni Baas iktidarının devreden çıkmasıyla yakaladığı zemini, sadece siyasi yaklaşımlarla değil, Şiiliğin tüm sembolleriyle ve kültürel araçlarla kendi lehinde kullanıyor. Zaman zaman gönüllü, zaman zaman da baskıyla kendi yakınında tuttuğu aktörlerle ve ciddi istihbarat ağıyla bu etkinliğini hayli derinleştirmiş durumda.
Başbakan Maliki bu gücün elbette farkında. Hatta sel gider kum kalır misali, uluslararası güçler çekildiğinde kiminle baş başa kalacağının hesabını yaparak, İranla ilişkilerini daha da artırmış durumda. Irak Şiilerinin en büyük dini otoritesi olan Ayetullah Sistani bile, Tahran söz konusu olduğunda, ürkütücü bir sessizliğe bürünüyor.
Bağdat artık Tahran mı?
Sözün kısası, Irak üzerindeki İran etkisini konuşurken, her bakımdan teslim olmuş bir Arap Şiiliğinden bahsetmek yanıltıcı olur. Irak Şiilerinin, iktidar pastasında giderek artan payları, onlara zaten ciddi bir dinamizm kazandırıyor. Bir kere bunu görmezden gelmeyelim. Elbette İran çok etkin; ama ayakları üzerinde durmayı başaran bir Bağdat yönetiminin, her konuda İrana boyun eğen bir ülke olacağını söylemek de doğru değil.
Gel gelelim, bizim memlekette bu işleri konuşmak sanıldığından çok daha zor. Bu coğrafyayı en iyi bilmesi gereken isimler dahi, konuyu ele alırken Ne garip, şu anda İranın Ermenistanla ilişkileri, Suudi Arabistanla ilişkilerinden çok daha sıcak diyebiliyor.
Bu yaklaşımlarla yaşadığımız coğrafyayı ve peş peşe gelmesi muhtemel değişimleri anlamamız gerçekten çok zor.