Hakiki medeniyetin banisi: Peygamberler 2
Peygamberlerin gösterdikleri mucizeler, insanlığa fen ve ilim yolu açılmıştır. Mucizeler, o fennin ve ilmin en son sınırını çizmişlerdir.
Meselâ, Hz. İbrahimin (as) ateşe atılması ve ateşin onu yakmaması; yanmaz madde amyantın bulunabileceğini, Hz. Davudun (as) demiri hamur gibi yoğurma mucizesiyle, demirin sanayide kullanılacağını, Hz. Süleymanın (as), rüzgâra binip uzak mesafelere gitmesi, Mısır Melikesi Belkısın tahtını ve kendisini göstermesi ve yanına getirmesi mucizeleri de uçak, televizyon ve eşyanın uzaktan celbi meselesini ve ışınlamayı; Hz. Mûsânın âsâsını yere vurmasıyla suyun fışkırması, insanların çorak yerden su, çölden petrol ve dağlardan madenlerini haber ve ders vermektedir. Bugün, kuş dilinde büyük mesafeler katedilmiştir.1 Bu merhaleyi, Hz. Süleymana (as) öğretilen kuş dili mucizesine borçluyuz. Daha nice mucizeler var ki, beşer henüz onlara ulaşamamıştır. Ancak, çalışmalar devam etmektedir.
Bu, tedâi-i efkâr (fikir çağrışımı) veya telâhuk-u efkâr (fikirlerin birbiriyle birleşmesi) bir kartopu gibi akıldan akıla, beyinden beyine, istidattan istidata, kabiliyetten kabiliyete, devirden devire, toplumdan topluma uğrayarak büyümüş ve bugünkü hâlini almış olduğu sosyolojik bir vakıa.
Peygamberlerin meşgale ve mucizeleri, zihin ve dimağlarda, şu çarpıcı hakikati nakşetmiştir: Peygamberler Allahın en sevdiği kullardır. Onlar, demiri hamur gibi yoğurmakta, gemi yapmakta, uzaktan eşyayı celbetmektedir, vs. Ey beşer, haydi sen de onları taklit etmeye çalış...
İnkâr edilemez bir gerçektir ki, bütün medeniyet, terakki, kemâlat ve kültür değerleri, semâvî dinler ve peygamberler eliyle insanlığa hediye edilmiştir. Evet, medeniyet tarihine şöyle bir bakış, gösterecektir ki: İnsanlığın inkişâf ederek bugünkü durumu bulmasında din, en mühim bir âmil olmuştur.2 Hattâ, siyâset ve idâre ilmini de, yine peygamberler vasıtasıyla ders verilmiştir. Birçok halîfe ve hükümdar peygamberin yanında, Peygamberimiz Hz. Muhammed (asm), insanlık içinde, gelmiş geçmiş en büyük idâreci, en büyük mürebbidir. Yalnız başına, bütün dünya medeniyetleri, o günün imparatorluk ve devletleri, hattâ kabilesi, akrabaları, amcası bile ona karşı olduğu halde, öyle bir siyâset ve strateji takip etmiş ki, onların tezgâh ve hücûmlarını püskürmüş; o vahşî kavmi dünyanın en medenî bir milleti yapmıştır.
Birçok filozof ve ilim adamı da itiraf etmektedir: Yeryüzündeki bütün kemalat ve medeniyet ve terakkî umdeleri, semavî dinler ve peygamberler eliyle gelmiştir. İnsanlık bilhassa İslâmiyetin zuhuruyla, cehalet karanlığından kurtulmuş ve kurtulacaktır. Felsefe ve hikmetin içerisinde görünen fazîlet, menfaat-i umûmiye vesâire gibi insanî esaslar ise, güneşin doğmasıyla ondan yayılan ve aydınlanan gece aleminin nurları gibi, Nübüvvet güneşinin doğmasıyla beşeriyetin fikir ve kalblerinde akisler ve parıltılar meydana getirmiş olmasındandır. Hakîkatli felsefe ve hikmetin, fen ve san'atın üzerinde görünen bu ışıklar, Kurân güneşinin ve Nübüvvet kandilinin insanlık âleminin akislerinden ve cilvelerinden doğmuştur. Avrupa ve Amerikadan getirilen fen ve san'at, hakîkatte yine İslâmın malıdır.3
Dipnotlar: 1- İslâm Dini, Mevlâna Muhammed Ali (Çev. Naciye Akseki) İst. 1942, s. 17. 2- Tarihçe-i Hayat, s. 140. 3- İşârâtül-İcâz, s. 140-141.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.