Kilit parti, MHP
Türkiye derin bir siyasi kriz yaşıyor. Kimse yarın ne olacağını tahmin edemiyor. Anayasa Mahkemesi’nin hukuksuz Türban kararından sonra, yasama organı tam anlamıyla kilitlendi. Mahkeme bundan böyle yorum yoluyla her düzenlemeyi, Anayasa’nın değiştirilemez maddeleriyle ilişkilendirip iptal edebilir. Bunu önlemek için yasama organının elinde hiçbir silah yok.
Devletin dini kurallarla yönetilemeyeceğini söyleyenlerin en önemli argümanı, dini kuralların değişmez, beşeri kuralların ise değişebilir olması. Anayasa’nın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez maddeleri bu gerekçeyi çürütüyor. Değiştirilmesi mümkün olmayan maddeler bu mantıkla yeni bir din olarak karşımıza çıkıyor.
Aslında din, beşeri kurallardan daha çok değişime açıktır.
Cennet, cehennem, ibadetle ilgili kurallar elbette değiştirilemez. Hırsızlık dün de bugün de kötüdür. Yalan, fuhuş, cinayet tarihin bir döneminde yanlış, bir döneminde doğru olmazlar. İnsan hayatının değişmez doğru ve yanlışları vardır. Bunların tamamı dinden kaynaklanan, beslenen, prensiplerdir. Ancak İslam, toplumsal değişimi karşılayabilmek için kıyamete kadar içtihat kapısını açık tutmuştur. İçtihatlar hayatın değişen, değişebilen yönünü karşılamak içindir.
Dinin değişime açık olması, dinin değişmesi, reforme edilmesi olarak asla anlaşılmamalıdır. Hayat statik değil, her gün değişiyor. İslam, içtihat kapısını açık tutarak bu yolla hüküm çıkarma, yorum yapma mevkiinde olan müçtehitlere İslam’ın prensiplerine yaslanarak yeni meseleleri kavrama, karşılama, çözme imkânı vermiştir. Değişen din algısı hayatı her gün inançların ışığında yeniden değerlendirme imkânı verir.
Bu bakımdan, beşeri kurallara değişmezlik ithaf etmek, onları kutsallaştırmaktır.1960 Anayasa’sının kutsallarını 12 Eylül darbesi çiğneyip çöp sepetine atmıştır. Kimse de başını kaldırıp mırın kırın etmemiştir. Laiklik, cumhuriyet, Sosyal devlet ve demokrasi gibi kavramlar kuşatıcı, geniş, torba kavramlardır. İçine ne koyarsanız girer. Yorum yoluyla hayata dair her şeyi bu kavramların biriyle irtibatlandırmak mümkündür. Onun için Anayasa Mahkemesi kararı, Türkiye’yi bu kavramlara hapsetmiş, meclisi işlevsiz hale getirmiştir.
Bazı çevreler, sanki AKP kendi ellerini bağlamış gibi tüm sorumluluğu AKP’ye yıkmaya çalışıyor. Elbette zamanında vaziyeti kavrayıp, pozisyon almakta geciken AKP’nin de sorumlulukları vardır. Ancak meclis fiilen kapatılırken, kapatanları suçlamak yerine mağdura yüklenmek ahlaki bir tavır değildir. Katile niye vurdun demek yerine, maktula niye vuruldun demektir bu. Darbecileri cesaretlendiren de budur.
Darbenin başarılı olması, AKP’nin yalnızlaştırılmasına bağlıdır. Bir başka partinin bu projeye baş kaldırması demek, bütün hesapların alt üst olması demektir. Hiçbir mühendislik projesi toplumun yüzde yetmiş’ini karşısına alamaz. Bu yönüyle darbeyi akamete uğratacak kilit parti MHP’dir. MHP’nin demokrasiden yana tavır alması, hukuk kisvesine bürülü darbeye karşı çıkması, darbecilerin bütün ümitlerini kıracaktır.
Bu gerçeği MHP kurmayları da biliyor. Ama MHP bu gerçeğe rağmen tabanının kendisinden beklediği çıkışı yapmak yerine –darbe ile demokrasi- arasında saatin rakkası gibi gidip geliyor. Darbeye evet demek kötü bir tavırdır, Ama ve ne evet, ne hayır demek daha kötü bir tavırdır.MHP ne evet, ne hayır diyor,anahtar elinde olmasına rağmen mazisine yakışan bir duruş ortaya koyarak önünde duran kilidi açmaya yeltenmiyor.
Toplum, AKP’yi çaresizlik içinde çırpınan, MHP’yi ise, onun şahsında demokrasiyi kurtarma imkânına sahipken, seyreden parti gibi görüyor. MHP’nin bu tavrı sürdürmesi halinde, hem topluma hem de kendisine faturası ağır olacaktır. Ya elindeki anahtarla siyasetin kilidini açacak, ya da kendi kapısını kilitleyecektir.