İhtilalin zorba hukukunu adalet diye yutturmak!
4 Şubat, İskilipli Âtıf Hocanın 1926da darağacına çekildiği günün 86. yıldönümü idi...
Hukuk tarihinde kara bir leke olan bu idam, Türkiyenin Cumhuriyetçilik cakası satan kesimi tarafından hâlâ savunulur.
Aslında şaşırtıcı bir durum yok. Her devirde büyük bir çoğunluk mazlumlardan yanadır, bazıları da zalimleri baş tacı eder.
İsterseniz bakın: Âtıf Hocanın idamını hukukî görenlerin kahramanları kimlerdir, kimleri yüceltirler.
Bu sene Âtıf Hoca ölüm yıldönümünde farklı hatırlandı. Ankarada yattığı cezaevinin önünde Mazlum-Der bir gösteri düzenledi. Ardından müze haline getirilmiş Ulucanlar Cezaevi gezildi. Sonra bir grup, Âtıf Hocanın idamından sonra gömüldüğü şimdi Şafak Tepe Parkı olan yere gitti. Âtıf Hocanın kemiklerini çıkarıp gerekli testleri yaptırdıktan sonra, memleketine nakleden Dr. Mehmet Sılay, Park içinde bu yeri işaret etti. Parkta güzel ağaçlar büyümüştü... Ankaranın çetin geçen kışında toprak beyaz bir örtü ile örtülmüştü. Ertesi gün de Hocanın memleketinde toplantı yapıldı...
Cumhuriyetin hukukla, adaletle ilişkisi yeni yeni sorgulanıyor. Yargı bağımsızlığı fikri yıllardır dilden düşmüyor ama, adalet sisteminin Anayasayı, kanunları ve temel hukuk kavramlarını aşan bir yapılandırması olduğunu kimse yüksek sesle söyleyemiyordu.
Cumhuriyetin ilk anayasası 1924te yapıldı. M. Kemal Paşa, çoğulcu bir yapıya sahip olan ve temsil gücü yüksek 1. Meclisi feshettikten sonra, sadece kendi adaylarını seçtirecek bir uygulamaya girişti. Bir tanesi hariç, seçilen bütün milletvekilleri Paşanın listesindendi.
İkinci Meclis yine de, Millî Mücadelenin asker ve sivil kadrosundan bir hayli ismi barındırdığı için, her şeye el kaldıran bir Meclis değildi. Bu dönemde bir takım olaylar bahane edilerek, sistem otoriterleştirildi, hukuku rafa kaldıran uygulamalar gerçekleştirildi. 3. devreden sonra, Meclis artık bir tastik/onaylama makamından başka bir şey değildi.
Birinci Meclisin ünlü hatibi, Hüseyin Avni Ulaş, habire askeri ve polisiye tedbirler uygulamak isteyenlere karşı sınırları tutacak olan asker ve polis değil, hukuk ve adalettir demişti.
Peki bu hususta M. Kemal Paşanın düşüncesi nedir? İnkılabın kanunu mevcut kanunların üzerindedir!
Türkiyede sistemi kilitleyen hukuk uygulamaları bu mantığa dayandırılmaktadır. Mahkemelerin bir çok davada verdiği adalete hissini rencide eden kararlar ancak böyle bir yaklaşımla açıklanabilir.
O zamanın şartlarında dahi kabullenilemez olan fikirler üzerine bugün adalet tesis edilebilir mi?
Daha önce Ama Hangi Atatürk? kitabıyla, Türkiyenin sistemini kilitleyen tek partici uygulamalar hakkında fikirlerini beyan eden, ama herhalde Koruma Hanununu dolaşmak için, her kafa karıştıran metinden sonra Atatürk zaten bir dahiydi gibisinden ibarelere başvuran Taha Akyol, yeni kitabında, hukukun Cumhuriyetçi otoriterleşmesini ele alıyor.
Bu zihniyet, hiç yabancımız değil. Âtıf Hocanın hukukun temel bir prensibi çiğnenerek yaklaşık iki sene önce yazdığı bir kitaptan ötürü idam edilmesini hukukî bulanlar, şimdi yargının siyasallaştığı sakızını çiğniyorlar. Bu iddiada olanlar, tek parti Cumhuriyetinin yargıyı bürokratik bir alan olarak tasarladığını görmezden geliyorlar. Şahsi suçlarda yargının bağımsız olduğunu, ama fikri, siyasi ve sosyal konularda siyasetin emrinde olduğunu unutmayı tercih ediyorlar.
Âtıf Hocanın idamına dayanak yapılan kitabında kılık kıyafette Firenk mukallitliğinin doğru olmadığını yazıyor. Aynı tarihlerde M. Kemal Paşa da Konya gençleriyle konuşmasında, her milletin kendine mahsus kıyafeti olduğunu, Avrupalıların giyim tarzını bütünüyle benimseyemeyeceğimizi söylüyor.
Kemal Paşa, bir süre sonra fikir değiştiriyor, Avrupa kıyafetlerini, şapka dahil, giymemiz gerektiğini söylüyor... İhtilalin hukuku işte bu noktada devreye giriyor.
Artık ihtilalin zorba hukukunu adalet diye yutturmak mümkün değil!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.