Yeninin anlaşılması çaba ister
Yeninin anlaşılması çaba ister. Yeni çoğu kez kurulu düzenin çıkar ilişkisini temelinden sarsar. Taşları yerinden oynatır.
Yeninin anlaşılması çaba ister, çünkü ona karşı koyanları bekleyen iki katmanlı bir zorluk durmaktadır önlerinde: 1. Kurulu düzenin çıkar ilişkisiyle bağlantılı nimetlerin elden kaçırılacağı riski, 2. Yenileşmeyle ortaya çıkacak yeni düzene uyum sağlama sürecinin ortaya çıkaracağı zorluk.
Statükocu, daha radikal bir deyişle tutucu ve daha gerçekçi ifadeyle gerici zümresi, bu iki faktörün karakterize ettiği riski göze almak istemediğinden yeni olana, yenilikçi tavra canhıraş bir içgüdüyle karşı koymaya, onu elindeki bütün enstrümanları kullanarak bertaraf etmeye çabalıyor.
Durum yalnızca Türkiye'nin hâlihazır konumunda ortaya çıkmıyor, olay baştan beri hep böyle bir görüntü arz ediyor.
Kureyş, Allah Resulü'nün teklifi karşısında nasıl da şaşkınlığa uğradı! İlkin kafasına göre bir uzlaşma zemini aramaya çalıştı. örneğin ona servet, kadın veya makam teklifinde bulundular. Fakat reddedildiler. Kurnazlık yapmayı denediler. “Bir sene sen bizim putlarımıza tapın, bir sene de biz senin teklif ettiğin Allah'a tapınalım, hangisinde menfaat görürsek onun üzerinde birleşelim” dediler. Bu teklif de reddedildi. O esnada Kâbe'de 360 adet put olduğu biliniyordu. O putlar kurulu düzenin geçim kaynaklarından biriydi. Arabistan'ın her tarafından gelen ziyaretçiler Mekke'nin ticaretine yardımcı olduğu gibi, Kureyş içinde de Kâbe hizmetleri farklı kabileler tarafından sırayla yerine getiriliyordu. Dolayısıyla Resulullah'a yapılan teklif kurulu düzenin sahipleri tarafından kurnazca düşünülmüş bir öneri niteliğindeydi.
İngilizlerin “Bilinen düşman bilinmeyen dosttan yeğdir” sözü tam da bu noktada geçerlik kazanıyor. Yeninin ne getireceği bilinmiyor, oysa kurulu düzenin sınırları bellidir. O sınırlar alışkanlıkları zedelemez. Yeni arazi üzerinde etrafı koklayarak zemini yeniden keşfetme zahmetine katlanmak gerekmez.
1970'li yılların Türkiyesi ile günümüzün Türkiyesi arasında köklü değişiklikler ortaya çıkmıştır. örneğin o gün Türkiye'nin AET'ye girmesine muhalefet edenlerle günümüzde AB'ye girmeyi destekleyenler yer değiştirmiştir. Durum elbette yalnızca statükocu zümre ile yenilikçi zümrenin tutumundan kaynaklanan bir gerçekliğe istinat etmiyor; aynı zamanda Türkiye'nin üzerinde yer almış olduğu iktisadî/siyasî zeminin değişmiş olmasıyla da ilgili bulunuyor.
Statükocu zihniyet daima, o bilinen saplantısına bağlı kalıyor: hakikati kendi zatına göre değil, fakat onu söyleyen kişiye göre değerlendirmeye çalışıyor. Kişi hakkındaki değerlendirmesi de aslında nesnel ölçütlere göre değil, fakat kendi öznel kaygılarına göre biçim alıyor. Buna göre kendince “tehlikeli” saydığı kişilerin sahneden silinmesi, bertaraf edilmesi gerekiyor.
Ne ki, yenilikçilerle statükocular arasındaki mücadelede, statükocular taktik sferde bir süre başarılı görünse de, alanın tümüne bakıldığında, yani stratejik sferde yenilikçiler her seferinde galip gelir.
Mağlup görünürler ama galiptirler fehvası söz konusu mücadele tarzında belirleyici olmaya devam ediyor. Necip Fazıl'ın “Zindandan Mehmed'e Mektup” şiirinde terennüm ettiği: “Yarın elbet bizim elbet bizimdir/Gün doğmuş gün batmış ebed bizimdir.” deyişindeki fikir: umudun belirleyiciliği fikri.. galip olan odur!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.