Ülkemiz Soyulurken..
Mimari konusunda “otorite” kabul edilen Doğan Kuban şöyle diyordu; “Eşi benzeri yok. Bir heykel gibi değerlendirmek gerekiyor. Hatta imkan olsa da müzeye kaldırabilsek. Ama sığmayacaktır. Topkapı Sarayı’ndaki mukaddes emanetler gibi korumalı ve saklamalıyız”..
UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan ve korunması gereken eserler arasında gösterilen Divriği Ulu Cami üzerine söylenmiş sözler bunlar. 13’üncü yüzyıl tarihli Anadolu Selçuklu eseri olan Divriği Ulu Cami, 1985’te Unesco listesine girdikten sonra, dünyanın dikkatini çekti hiç kuşkusuz.. Avrupa gibi ABD gibi batı dünyasının ilgisini çektiği kadar Körfez Ülkeleri de yakın takip altına almaya başladı Divriği Ulu Camii’yi.. Derken 2001’de önce bu caminin abanoz panoları çalınarak ABD’ye kaçırıldı.. 2002’de ise yani bir yıl sonra, bu kez caminin minber kapısı kanatları ile üzerindeki kitabe panoları gitti.. Daha sonra, İstanbul’da yapılan bir operasyonla çalınan bu eserlerin bulunduğu söylendi ama ilgililerinin de iyi bileceği gibi bir tarihi eserin çalınması ile bir evin soyulması birbirine benzeyen şeyler değildir. Bir ev soyulursa, çalınan televizyon ve videoyu bir baskınla bulur yerine getirirsiniz. Ama bir tarihi eser ise çalınan, operasyonla bulup geri getirdiğiniz, ancak onun bir kopyası olacaktır. Dolayısıyla, çalınan kapının yerine getirilip monte edilen kapının, gerçek olup olmadığını (tıpkı müzelerimizdeki binlerce eser gibi) hiçbir zaman bilemeyeceğiz..
KİM ÇALDI PEKİ BU KAPIYI?
Peki kim ya da kimler çaldı böylesine önemli bir eseri, bir tarihi hazineyi?.. Şüphesiz eserlerin bulunduğu operasyonla birileri suçlanmış olabilir. Ama gerçek böyle mi acaba?.. Bir kez daha söylüyorum. Spesifik olarak Ulu Cami Kapısı üzerinden bir analiz yapıyoruz. Ama aslında kültür mirasımızın kimlerin elinde nereye gittiğini çözmeye çabalıyoruz burada..
YURT DIŞINDAKİ ESERLERİMİZ
Kapı ve kitabe panoları meselesini unutmayın. Bir paragraf sonra yeniden o konuya döneceğiz. Şimdi ise bir işadamımızın, yurt dışında sergilenen Anadolu eserleri ile ilgili beyanatını hatırlatmak istiyorum. Bu bakış açısı doğru mudur diye de sormak istiyorum size.. İşadamımız diyor ki; “Tarihi eserlerin, kaçırıldıkları yerlerde Türk malı olarak teşhir edilmesi çok daha mühim. Çünkü, Türkiye’ye geldiği zaman birkaç ay bir alaka oluyor, ondan sonra yavaş yavaş bu alaka ortadan kalkıyor ve bu güzel eserler tozlanmaya mahkûm oluyor. Halbuki buralarda bırakılsa -tabii bizim malımız olarak bırakılsa- Türkiye’nin imajını dünya çapında çok daha yükseltir diye düşünüyorum”.. Bu bir görüş şüphesiz.. Ülkemizden kaçırılan tarihi eserlerin kaçırıldıkları yerlerde ‘Türk Malı’ olarak sergilenmesi mi önemli acaba yoksa ait oldukları topraklara geri getirilmesi mi?..
NASIL BİR GÜÇ?
Tekrar dönelim Divriği meselesine.. Cevabını aradığımız bazı sorular var. Ve bu sorular gece yatarken kendi kendine aklımıza düşmüş sorular değil.. O Koskoca kapı çalınırken kimsenin ruhu duymadı mı? Her neye yüklendiyse, 800 yıllık bir kapı, hasar görmeden İstanbul’a kadar nasıl taşındı?.. Bu nakliyat, herhangi bir kamyonetin ahşap kasasında mı oldu yoksa daha donanımlı, korumalı bir araçla mı yapıldı?.. İstanbul’da götürüldüğü yer hiç mi tespit edilemedi yoksa tespit edildi de işlem mi yapılamadı? Jandarma, çalınan kapının gittiği adresi tespit etti de operasyon mu yapamadı yoksa tam operasyon yapacakken gelen bir emirle geri mi çekilmek zorunda kaldı?.. Nasıl bir güçten söz ediyoruz burada?.. Size ‘bulunup yerine takıldı’ denilen kapının gerçek olmadığını kuvvetli biçimde iddia edebilirim. Ama sormayın bana ‘bu kapı şimdi hangi memlekettedir?’ diye.. Kalın sağlıcakla.