Devrimler, travmalar ve dogmalar
Basının körüklediği güncel tartışmaların anlam bağlamından koparılarak hiç ilgisi olmayan bir yerlere doğru çekildiğine şahit olmamız üzücü. Tartışmalara bakınca bu toplumun hiçbir şeyi sağlıklı ve serinkanlı şekilde tartışma, üzerinde konuşma ve belli sonuçlara varma başarısı gösteremediğine şahit oluyoruz. Bu toplum bu kadar mı iletişim sorunu yaşayan, toplum kesimleri arasında kalın duvarların örülü olduğu, kompartımanlara ayrılmış bir toplum mudur? Gerçekten aynı dili konuşmuyor muyuz? Telaffuz ettiğimiz kelimelerden başka şeyler mi anlıyoruz?
“Devrim” sosyal bilimler literatüründe geniş tartışmalar yaratan bir kavram. Ancak bu kavramın çağrıştırdığı “zor kullanma”, “ani değişiklik”, “radikal dönüşüm”, “mevcut sistemin terki ve yerine yeni bir sistemin ikame edilmesi” gibi pek çok nitelik konusunda görüş birliği oluşmuş gibidir. Her zaman bütün toplumlarda mevcut ve alışılmış olanın zor kullanılarak terk edilmesi ve toplumun nispeten bilmediği, tanımadığı ve sevmediği bir yapının ikame edilmesi çeşitli toplum kesimlerinde ciddi baskılar, sıkıntılar ve “travmalar” yaratır.
Sanıyorum “devrim” ile “travma” sözcükleri arasında çok açık ve tartışmasız bir ilişkinin varlığını, biraz toplumbilim veya siyasi tarih merakı olan herkes kabul edecektir. Toplum kesimleri arasında herhangi bir baskıya, radikal bir alt üst oluşa ve travmaya yol açmayan bir siyasi hareket “devrim” olarak nitelenebilir mi? Zaten “devrim”leri diğer normal sosyal ve siyasi hareketlerden ayıran temel özellik bunların toplum kesimleri nezdinde yol açtığı “derin travma”lardır.
Tarihteki “devrim”lerin en iyi bilineni olan 1789 Fransız Devrimi'nin, Fransız toplumunda derin travmalara yol açmadığı hiç kimse tarafından söylenemez. Devrim yönetiminin olağanüstü uygulamaları, giyotine kurban giden insanlar, Jakobenlerin izledikleri politikalar elbette ki “travma”ya sebep olmuştur.
Yine 1917 Büyük Rus Devrimi'nin yol açtığı travmaları daha iyi biliyoruz. Dikkat edilirse devrimler sonrasında devrimci kadroların kurmayı düşündükleri yapıyı yerleştirmek ve toplum katlarında kabul edilmesini sağlamak için genellikle baskıcı, otoriter ve güce dayalı uygulamalar gündeme gelmiştir. Zamanla devrimlerin yavaş yavaş yerleştiği, kurumsallaştığı ve kendi ayakları üzerinde yükselerek her türlü “karşı devrim” çabalarını boşa çıkardığı görülüyor.
Bu çerçeveden bakılınca Türkiye'nin Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşadığı ve Atatürk'ün adıyla özdeşleşen reformların/devrimlerin Türki toplumunun bazı kesimlerinde travmaya yol açmış olması hiçbir biçimde yadırganacak bir durum değildir. Atatürk ve kadrosunun erken cumhuriyet döneminde gerçekleştirdikleri yenilikler genellikle “devrimler” olarak kavramlaştırılmış olmakla beraber bunların gerçekten “devrim” mi yoksa birer “yenilik”, “reform” mu oldukları tartışmaya değer bir konudur. Yabancı literatürde bunların “reform” sözcüğüyle karşılanıyor olması, bizde ise “devrim” olarak görülmesi ciddi bir çelişki olmalıdır.
Atatürk devrimleri olarak ifadesini bulan bir dizi “yeniliğin” veya değişikliğin belli toplum kesimlerinde herhangi bir “travma” yaratmadığını iddia etmek, olsa olsa tarihten ve toplumun gelişiminden habersiz olmak anlamına gelir. Mesela Şapka İktisası Kanunu ile erkeklerin şapka takmak zorunda kalmalarının nasıl bir derin travmaya yol açtığını ancak o dönemden kalma hatıraların okunmasıyla bilinebilir. Unutulmamalı ki şapka takmamak için günlerce evlerinden dışarıya çıkmayan insanlar olmuştur. Bugün elbette durum değişmiştir ve bugünün Türkiye'sinde şapkaya atfedilen anlam tamamen cumhuriyetin ilk yıllarındakinden farklıdır. Yine alfabe değişikliğinin toplumun kültür dünyasında derin bir alt üst oluşa yol açtığı unutulabilir mi? Sadece harf değişikliği toplumun tarihsel-kültürel seyrinde ciddi bir kırılma ve derin bir travma oluşturmuştur.
Aslında yapılması gereken ve Türkiye'nin başarmak zorunda olduğu şey kendi geçmişi ile hesaplaşması, olup bitenlere eleştirel bakması ve geleceğini kurarken benzer yanlışlar yapmamasıdır. “Atatürk devrimleri toplumda travmaya yol açtı” diyen birine karşı yükseltilen eleştiriler açıkça gösteriyor ki Atatürk'e ve onun gerçekleştirdiklerine adeta bir nass ve üzerinde konuşulamaz bir dogma olarak bakıyoruz. Bu konuda herhangi bir değer yargısını dile getireni değil sadece bir tespitte bulunanı bile dinlemeye tahammül edemiyoruz. Oysaki Atatürk devrimlerinin özünde zihnimizi dogmalardan arındırma, tarihe ve yaşananlara eleştirel bakabilme vardır. Devrimlerin toplum katlarında travmaya yol açmış olması ile bunların yapılmasına karşı çıkılması tamamen ayrı konular olmasına rağmen bu tespite karşı seslerini yükseltenlerin “devrimler olmasaydı şimdi ne olurdu?” anlamındaki savunmaları, bunların ne Atatürk'ü, ne devrimlerini, ne de yapılan tespiti anlamadıklarını ortaya koyuyor. üzücü olan burasıdır.