Laiklik demokrasinin önkoşulu mu?
Türkiye'de yıllardır laikliğin demokrasinin önkoşulu olduğu yolunda bir kanaat ortada dolaşır.
Oysa tarihî köken itibariyle demokrasi, laiklikten daha kıdemli.
Olaya bu iki kavramın kategorik tanımlarından kalkarak yaklaşırsak daha berrak bir sonuca ulaşırız kanaatindeyim.
Laiklik kilise ile devletin, yani dinî otorite ile dünyevî otoritenin birbirinin sahasına müdahale etmemesini öngören bir siyasî statünün adıyken, demokrasi kanun yapma yetkisini halkın veya milletin egemenliğine istinat ettiren sistemin adıdır. Bu itibarla, birbirleri ile ilişkileri yoktur. Yani bir idarî/siyasî sistem laik olmadan demokratik olabilir (İngiltere) veya demokratik olmadan laik olması mümkündür (Faşist İtalya, İspanya; Nazi Almanya).
Fakat olaya bu kategorik tanımlama ile değil de, Batı menşeli kurumların tarihî evreleri yönüyle bakıldığında bu kurumların (laiklik-demokrasi) birbiri ile ilişkisi bulunduğunu ve hepsinin ortak paydasını kiliseye karşı verilen savaşımın teşkil ettiğini görürüz.
Yeni Dünya Düzeni'nin rükünleri arasında sayılan kavramlar (insan hakları, liberalizm, demokrasi) hep aynı zihniyetin, yani kiliseye başkaldırmanın dışavurumundan başka bir şey değildir.
Batı kültürünün siyasal jargonunda hür düşünce denildiğinde kiliseye karşı savaş veren, kiliseye başkaldıran düşünce anlaşılır. Bu itibarla, laiklik ile din, vicdan, düşünce özgürlükleri birbirinden farklı kavramlar olmakla birlikte, kiliseye muhalefet bağlamında aynı temel üzerinde buluşurlar. Din, vicdan, düşünce özgürlükleri insanların kiliseden (fakat aynı zamanda dinden değil) bağımsız düşünmelerini sağlamak için geliştirilmiştir.
Aslında tümünün kökeninde daha önceki bir akım, hümanizma vardır. Hümanizma da kökende insanın kiliseye başkaldırmasının ve kilise karşısında insanın özgür kişiliğini, ferdiyetini öne çıkartma çabasının ürünüdür.
İmdi olaya bu yönüyle bakıldığında adı geçen bütün bu sosyal/siyasal kurumlar birbiriyle kaçınılınız ilişkiler içinde görünebilir. Ancak, kilise ile devlet otoritelerinin birbirinin yetki alanına müdahale etmemesi anlamında din, vicdan, düşünme özgürlükleri ile laiklik arasında gene de kaçınılmaz bir bağlantı bulunduğunu söyleyemiyoruz. çünkü adı geçen özgürlüklerin teminat altında bulundurulduğu bütün idarî rejimlerin zorunlu olarak laik olması gerekmiyor. örneğin İslâm laik olmamasına rağmen, din, vicdan, düşünme özgürlüklerini teminat altında bulunduran bir hukuk ve siyaset tarzını öngörüyor.
Böylece, laiklik ile demokrasinin, demokrasi ile laikliğin birbirinin zorunlu önkoşulu olarak görülemeyeceği ortaya çıkıyor. Laik olmayanlar demokrat olabilir de, olmayabilir de. Keza demokrat olmayanlar da laik olabilir de olmayabilir de.
Ancak demokrasinin egemenlik hakkını halk iradesine izafeten kullanması bakımından İslâm'la demokrasinin temas noktasının olamayacağı açık ve doğaldır. Ne ki demokrat olmayan yönetim biçimlerinin despot olup olmayacağı da ayrı bir konudur. Aslında, bu tartışmaların Batı kültür platformuna ait kavramlarla değil, fakat İslâm'a ait düşünsel platformda değerlendirilmesi ve eleştirilmesi daha anlamlı ve berrak bir fikir zemininde yerini bulur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.