Ay yerine gelirken MHP!
Nasreddin Hoca’nın kuyudan ay çıkarma macerasını herkes bilir. Gece vakti, kuyudan su çekmek isteyen Hoca, bir de bakar ki, ay kuyunun içinde! Atar çengeli, kuyuya düşmüş ayı çıkarmak için... Bu arada çengel kuyunun taşlarından birine takılmıştır. Zorlarken ip kopar, Hoca da sırt üstü düşer, düşmesiyle ayı gökte temaşa etmesi bir olur. “Çok zahmet çektik ama, ayı da yerine getirdik” der...
Efendim!
Kur’an-ı Kerim ve siyer, aradan seksen küsur yıl geçtikten sonra, tekrar ilk ve orta öğretimde okutulabilecek...
Cumhuriyet’ten önce vardı, şüphesiz; Cumhuriyet’ten sonra da. Malûm Cumhuriyet anayasasına göre, devletin dini “İslâm”dı.
Şimdi “Cumhuriyet anayasasını bırakın, tevhid-i tedrisata bakın” diyecekler. Desinler! Çünkü tevhid-i tedrisattan sonra da bu dersler devam etti. Peki ne zaman tamamen kaldırıldı? 1928’de
1928’de iki önemli (veya meş’um) hadise kayda geçti.
Birincisi, Anayasa’dan “Türkiye Devletinin dini, dini İslâm’dır” ibaresi çıkarıldı, ikincisi ise harf inkılabı yapıldı...
Devletin İslâm’dan vazgeçmesi, yeni bir meşruiyet anlayışının parti eliyle yerleştirilmesi içindi. Bu meşruiyet ideolojik meşruiyetti.
1928’de CHP altı oku kabul etti. 1937’de de Parti’nin altı oku, Anayasa’da daha önce dinin bulunduğu ikinci maddeye sokuldu.
Millî Mücadele başlangıcında dinî bir muhtevada sürdürüldü. Sakarya zaferine kadar, dini söylem birinci sırada idi. Sakarya zaferinden sonra, emperyalistlerle ilişkiler geliştirilmeye başlandı, dini üslup hafifletildi. Lozan’a kadar bu şekilde gidildi. Lozan’dan sonra ise, zaferi kazandıran düşünce zemini tamamen terk edildi.
Din-İslâm, Türkiye’de dokuz asırdır devletin en önemli meşruiyet kaynağı idi. Cumhuriyet, bu tarihî, tabiî meşruiyet zeminini tahrib etti. Yerine ideolojik bir meşruiyet zemini oluşturmaya çalıştı. Bunun için de eğitim ve basın en temel araçları idi.
Türkiye 1930’lara geldiğinde, İslâmın öğretilebilirliği tamamen ortadan kaldırılmıştı. Yaşanabilirliği ise, mümkün olduğu kadar sınırlanmaya çalışılıyordu. Dini öğretim mümkün olmadığı gibi, dini yayın da imkânsızdı.
Din, İslâm sadece aleyhinde söylenen sözlerle gündeme gelebiliyordu!
İdeolojik meşruiyet zemini gerçek anlamda halkın benimsediği tabiî bir meşruiyet anlayışı üretebildi mi? Bunu kısmen başardı. İlköğretime ağırlık verilmişti. Orta ve yüksek öğretim Cumhuriyet’in gelişmesi için fazla çalışmadığı alanlardı.
Nitekim, demokratikleşme ile orta ve yüksek öğretim yaygınlaşmaya başlayınca, ideolojik meşruiyet zemininden beslenen, nemalanan kesimler feryat koparmaya başladılar.
“İnkılaplar elden gidiyor. Laiklik çiğneniyor!”
İmam Hatip kurslarını onlar açtılar, DP devam ettirince, irtica ile suçladılar!
Evet! Türkiye’de dinini öğrenmek suçtu!
1930’larda, 40’larda gizlice Kur’an öğrenmek isteyenlerin başına neler geldiğini artık aramızdan çekilen nesiller yaşadıkları için çok iyi biliyorlardı.
Türkocağı 100 yaşında! Bu köklü kurum, Cumhuriyet’ten sonra, sistemin din karşıtı yapılanmalarını destekledi. Ocak başkanı Hamdullah Suphi bu desteği açıkça verdi. Verdi de ne oldu?
Daha önce geleneksel sivil toplum kuruluşları olan tekke ve dergâhlar gibi, 1930’dan sonra Türkocağı da kapatıldı!
Milliyetçiler, dinle ilişkilerini bir türlü sağlıklı kuramadılar. Dini öğretimin kaldırılmasına destek veren milliyetçiler, son kanun Meclis’ten geçerken bu sefer de Kur’an ve siyer öğretimi için harekete geçtiler.
Yani Devlet Nasreddin Bahçeli Hoca, epey zahmet çekerek ayın yerine gelmesini sağladı.
Yine de teşekkürler!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.