Beni profesör yapan şâir: Abdurrahim Karakoç
Abdurrahim Karakoçun ilk şiir kitabının adı Hasana Mektuplar idi.
Türkçede ilk iki baskısı on bin basan ilk ve son şiir kitabıdır.
1977 yılında rahmetli Osman Yüksel Serdengeçti anlatmıştı. Hangi köye gidip birkaç kelam etseler, köylüler şapkalarının altından Hasana Mektupları çıkarıp gösterirlermiş.
Benim baştan sona okuduğum ilk şiir kitabıdır; Hasana Mektuplar. Pembe kapaklı bir kitaptı. Birkaç kuşak Mektup yazdım Hasana/Ha Hasana ha sana mısralarını bu kitaptan öğrenmiştir. Bu kitap Anadolu halkının öfke patlamasıdır ama kuru kuruya bir patlama değil... Şiirleşmiş öfkelerdir bunlar.
Fikirlerine katılırsınız katılmazsınız, 20. yüzyılın en güçlü taşlama şairidir Abdurrahim Karakoç. Bir röportajında Bu düzenin adamları oldukça ben şiir yazarım. Demeye getirmiştir. En büyük sermayesi kendi demesiyle Teşekkür etmediği zalimlerdir. Şiiri, Anadolu halkının bu zalimlere karşı öfkesini anlatır. Bizler de 1970lerde genç idik ve zalimlere karşı öfkeliydik. (Allaha şükür, bu öfkemizden zerrece taviz vermedik.) O öfke ile Abdurrahim Karakoç şiirleri okuduk ve hatta 1976 yılında bir akşam Abdurahim Karakoç Şiirleri Akşamı programı düzenledik.
Karakoçun benim üzerimde ilk etkili şiiri İsyanlı Sükuttur. Bu şiirde, Kaymakamlık veya vilayet konağına giden bir köylünün, karşılaştığı olumsuzluk anlatılır. Şiir şöyle başlar:
Gitmişti makama arz-ı hâl için
Bey dedi, yutkundu, eğdi başını.
Bir azar yedi ki oldu o biçim.
Şey dedi, yutkundu, eğdi başını
Bu şiirdeki öfke, tam da bizi anlatıyordu.
Biz de köy çocuğu idik... Bizim de babalarımıza dedelerimize devlet pek hoş bakmıyordu... Çünkü babalarımızın dedelerimizin oy verdiği partinin genel başkanını, başbakanını, bakanlarını asmışlardı.
Öfkeliydik... Çok öfkeliydik... Öfkemizin dilini Karakoçun şiirlerinde bulmuştuk... İçercesine okuyorduk, ezberliyorduk.
Anadolu insanının garipliğini, mazlumluğunu; onun değerlerinin hor hakir görülmesini, mısra mısra tarihe emanet ediyordu bazı şiirlerinde. Kimsesiz Mehmetlere şiirini okurken, bu mazlum halkın bütün dertlerine derman olmayı bir iman haline getirmiştik. Hele bu şiirin son dörtlüğü var ki, Yunusun Bir garip ölmüş diyeler şiirindeki kimsesizliğin, garipliğin 20. yüzyıldaki yansıması gibidir:
Ardıçlı dağlardan sökerken şafak,
Nasıl ki dalından düşer bir yaprak
Senin de son göçün öyle olacak...
Ölürsen kimseler duymaz Mehmedim.
Karakoç, bir taşlama şâiridir ama o taşlamaları olduğu kadar tertemiz aşk duygularını da işler şiirlerinde. Kekik kokan şiirlerdir bunlar. Şehir yüzü görmemiş, geniş bozkır aşklarıdır. Kelebek uçuşu şiirlerdir. Bugün bütün Türkiyenin ortak söylediği Mihriban türküsünün sözleri ona aittir mesela. Sözleri kadar bestesi de mükemmel bir şiirdir Mihriban. Musa Eroğlunun bestesi ve yorumu, bu şiiri kamuoyuna mâl etmiştir. Googlea Mihriban yazın; sadece bu şiir çıkar. Sevda şiirlerinde, Karacaoğlandan da başarılıdır. Karacaoğlanda teknik hata vardır; Karakoçta yoktur. Karakoçun kafiyeleri, müptezel kafiye değil, dipdiri, taptaze kafiyelerdir. Zaten, şiirleri kolayca ezberleten de bu dipdiri ve taptaze kafiyelerdir. İsyanlı Sükut şiirindeki bey, şey, vay, çay, say, köy, oy kafiyelerindeki başarıya şapka çıkarılır.
*
İsyanlı Sükut şiirini okuduğum andan itibâren, üniversitede profesör olmaya karar verdim. Babamın ve babam gibi masum Anadolu halkının sesi olacaktım... Azmettim ve Allahın izniyle profesör oldum... Şimdi takır takır mermi sıkar gibi yazıyorum!
*
Bu büyük şâirin, şimdi duaya ihtiyacı var. Allah şifalar versin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.