Cemal Nar

Cemal Nar

“Şeriat İslam mı?” 1

“Şeriat İslam mı?” 1

Evimde eskileri karıştırırken bazı kitap ve dergileri gördüm. İçimi buruk bir sevinç kapladı. Hatıralar bugünlerde daha bir tatlı gelmeye başladı. İhtiyarladık mı ne?

Bir derginin kapağında “Şeriat İslam mı?” kapak yazısını görünce daldım gittim gençliğime…

“Şeriat İslam mı?”

Güldüm. “Sözlüklere soralım” dedim içimden. Herhalde bize bir şeyler söyler.

Bizim öğrencilik yıllarınızda “şeriat”, tehlikeli bir kelimeydi. Onu ağzına alan insan, dostları arasında olsa bile, şöyle sağına soluna bir bakar, çevreyi kontrol ederdi. Hocalar, vaaz ederken bile çoğu kez açıkça “şeriat” demez, gerekirse şer-i şerif derlerdi.

“Şeriat” kelimesini kapağa taşıyan ilk dergi, "Şûra", kendini kurtarmak için enteresan bir yol seçmişti: Büyük harflerle "Şeriatçı Gazete" yazmış, altına da küçücük harflerle "olur mu?" diye soruya çevirmişti. Ama soru moru dinlemediler, toplattılar dergiyi. 163. madde kılıç gibi kesiyordu inananları o zamanlar.

Aynı yıllarda, 1970 li yıllarda, tercüme eserlerle Seyyid Kutup, Muhammed Kutup, Mevdudi, Hasan el-Benna, Ali en-Nedvi’leri tanıdık. İslam’ın bir nizam olduğunun farkına vardık.

Siyasette İslam’ın seslendirildiği, bu yüzden bazı partilerin açılıp kapandığı yıllardı o zamanlar.

Büyük doğu dergisi batıp çıkıyordu. Sezai Karakoç Diriliş'i, yedi güzel adam Mavera'yı çıkarıyordu. MTTB, Akıncılar gençliği fikren yetiştirirken, Mahmut Sami Ramazanoğlu, Mehmet Zahit Kotku gibi merhum meşayihler halka ve gençliğe maneviyat ve edep aktarıyor, aşılıyorlardı.

Hepsinin zemininde İmam Hatiplerin müstesna bir yeri vardı. İHL ve yüksek İslam Enstitüsü davanın öğretmen ve hocalarını yetiştiriyordu. Kur'an Kursları da özellikle köylerde gençler ve halk üzerinde etkiliydi. Sistem sarsılıyordu.

Bir de Nurcular vardı, ülkeyi bir ağ gibi sarmışlardı. O yıllar onlar için bölünme ve politikada boğulma yıllarıydı ama, etkinlikleri canlı ve diriydi. Fethullah Gülen genç ve diri bir sesti, Risalelerden çok siyeri nazara veriyordu heyecanla, ağlayarak, coşarak. Dava bilinci çok üst seviyeden aktarılıyordu sahabe örneğiyle.

Hele hele Üstat Bediuzzamanın, Divan-ı harp mahkemesinde, pencereden asılan, idam edilenleri göstere göstere "sen şeriat istiyormuşsun" diyen hakimlere verdiği şu cevap, hayranlık uyandırmaktan öte heyecandan tüylerimizi diken diken ediyordu:

“Şeriatın bir hakikatına bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira şeriat, saadet sebebidir, sırf adalet ve fazilettir.”

Bütün bu atmosfer içinde şeriat kelimesi artık müslümanların hemen her fırsatta kullandıkları çok sevimli ve heyecanlı bir kelime oluyordu. Posta kartları "Şeriat İslamdır" diye çıkıyor ve postahanelerden şehirden şehire uçuşuyordu.

Peki devlet ne yapıyordu?

Görelim ama gelecek yazıda.




Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi