Şia ve Ehli Sünnetin hadislerde takribi
Ali Bulaç, 3 Mayısta Zamandaki köşesinde Şia ve Ehli Sünnet arasındaki ihtilafları değerlendiren yazı dizisine Hadis rivayetinde adalet başlıklı bir yazı ekledi. Bunun üzerine konuyla ilgili çalışmalarımı bilen dostlardan aynı konuda ne düşündüğümü soran emailler aldım. Meseleye ilmî bir katkı sağlamak amacıyla konuyu buraya taşımaya karar verdim.
Öncelikle sayın Bulaçın yazısının girişinde söylemiş olduğu; Kişisel olarak Sünni ve Şiilerin yakınlaşması konularında en ciddi mesele olarak hadis konusunu görüyorum. Söz konusu görüş ayrılığının makul bir zeminde kabul edilebilir ve sürdürülebilir olmasını sağlayacak bir yolun henüz bulunduğu söylenemez. tesbitine tamamen katıldığımı söylemeliyim.
Ancak yazının sonuna doğru iyi niyete mebnî olarak dile getirdiği aşağıdaki yaklaşıma ise katılmam mümkün gözükmüyor. Ne demek istediğimi vuzûhata kavuşturmak için önce biraz uzun bir alıntı yapmam gerekecek.
Şöyle diyor sayın Bulaç: Şöyle bir çözüm şekli makul görünüyor: Her iki taraf da sened kritiği yanında metin kritiği yapıp nihai belirleyici ve son kıstas (hakem) olarak Kuranı kabul etse bu yakınlaşma (takrib) daha da hızlanacaktır. Bu konuda Ahmet Kurucanın teklifi gayet yerindedir: Her iki tarafın da kabullendiği ravilerin rivayet ettikleri hadislerin derlendiği bir hadis mecmuası çalışması ve bunun taban kitleye yayılması gerekli olan ilk adımlardan biridir. Hakeza İmam-ı Caferin fıkhi görüşlerinin Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli fakihlerin görüşleri ile mukayeseli biçimde çalışılması bir başka önemli çalışma alanıdır. Bu ve benzeri çalışmalar her iki tarafın ortak paydalarını yeniden keşfini sağlayacaktır. (Sünni-Şii ortak paydaların keşfi, Zaman, 9 Mart 2006.) Öğrendiğime göre Darut Takrib de, tam Kurucanın teklifi istikametinde ortak hadis ve fıkhi görüşleri bir araya getirecek önemli bir çalışma yapmaktadır.
Şiilerin (bundan maksat İsnâ Aşariyye yani Onikiciler, Oniki İmâma inananlar taifesidir) hadis usûlünü çalışmış birisi olarak yukarıdaki görüşlerin uygulanabilir olduğuna katılamıyorum maalesef. Böyle birşeyin mümkün olması için ya Ehli Sünnetin ya da Şiîlerin en temel inanç esaslarından vazgeçmesi gerekir.
Sünnetin anlamı, kaynakları, sahabenin adâleti, bunda oniki masum imam inancının rolü, bize ulaşan rivâyetleri tenkit yöntemi gibi önemli konularda Şia ve Ehli Sünnet arasında çok köklü ihtilaflar vardır. Eğer bu farklar ıskalanırsa, iki ekol arasındaki ihtilafların hakiki anlamda idrak edilmesi de, sağlanmak istenen yakınlaşmanın muhtevası da sağlıklı bir mecraya oturtulamaz.
İki ekol arasındaki Sünnet tanımını yapmak ve böylece hangi fırkanın İslâmın ikinci teşri kaynağından ne anladığını ortaya koymak bile, aradaki ihtilafların kökeninin derinliğini ortaya koymak açısından bir fikir verecektir.
Özetle, Ehli Sünnete göre Sünnetin tanımı; Hz. Peygamber (sas)den sâdır olmuş sözler, fiiller, takrirler ile Onun ahlâkî ve beşerî vasıflarını ihtiva eden rivâyetlerdir.
Şiaya göre ise Sünnet; Masumlardan sâdır olmuş sözler, fiiller, takrirler ile Onların ahlâkî ve beşerî vasıflarını ihtiva eden rivâyetlerdir.
Masumlardan kasıt ise; Ondört Masûm-i Pâk diye bilinen Hz. Muhammed (sas), kızı Hz. Fâtıma, onun eşi Hz. Ali ve bunların soyundan gelen 11 İmâmın toplamıdır. İki ekol arasında hadis olarak tek ortak merci Hz. Peygamberdir. Şia hadis külliyatında ise Hz. Peygamberden nakledilen rivayetlerin çok küçük bir yekûn tuttuğunu göz önüne alırsak hadislerde ortak noktayı teşkil eden kısmın çok küçük bir alan olduğu gerçeği karşımıza çıkar. Hz. Peygamberden rivayet edilen hadislerde bile ittifak sağlamak sanıldığı gibi kolay değildir.
Konuya devam edeceğiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.