Erdoğan, Başbuğ ve kapatma davası

Erdoğan, Başbuğ ve kapatma davası

Bir noktada artık herkes birleşiyor. Başbakan Tayyip Erdoğan’la Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ arasındaki görüşmenin, kendisinden sonraki süreci etkileme katsayısı hayli yüksek olacak. Tıpkı daha önce gerçekleşen benzerlerinde olduğu gibi.

Farklılık, görüşmeye ve sonrasındaki muhtemel gelişmelere yüklenen anlamda.

Bu görüşmeden memnun olanların bir bölümü, ‘Hangi gerekçeyle olursa olsun diyalog iyidir’ görüşünde. ‘Kapatma davasıyla birlikte girilen boğucu atmosferde biraz olsun nefes almak’ şeklinde bakanlar da iki ismin biraraya gelmesinden memnun görünüyor.

Görüşmeden tedirgin olanları ise çok sayıda kategoride ele almak mümkün. Kendi hesaplarının bozulduğundan tutun da, kritik bazı konularda pazarlık yapıldığı endişesine kadar bir dizi farklı düşünce var.

Şimdi, Ankara’da en çok merak edilen soruyu buraya yazalım:

Erdoğan ve Başbuğ’un iki saatlik diyaloğu, kapatma davasını nasıl etkileyecek?

Bu konuda şu günlerde satır aralarına sıkıştırılan tezin pek sağlıklı olduğu söylenemez. Erdoğan-Başbuğ görüşmesine, kapatma davasını doğrudan etkileyecek, dönüştürecek bir anlam yükleyenler, sınırları biraz fazla zorluyorlar.

Şurası doğru. Başbakan bir an önce kapatma davasının sonuçlanmasını istiyor. Ayrıca davanın kurumlar arasında bir çatışma ve hırpalama aracı olmasını da istemiyor. Kendisinin davaya gösterdiği tepkiyi fazla bulanlar oldu. Bunu söyleyenler, yüzde 50’ye yaklaşan bir oyla iktidarda olan bir siyasi partinin, üstelik saçma sapan gerekçelerle kapatma davasına muhatap olduğunu nedense unutuyorlar. Herşeye rağmen bir büyük çatışma yaşanmadan sürecin devam etmesinde Erdoğan’a çok şey borçluyuz.

Herkes bu sürece olumlu katkı sunmak zorunda. Yoksa hiç kimsenin kazanamadığı, sonuçta Türkiye’nin kaybettiği bir yere savrulmak işten bile değil. İşte tam da bu yüzden kritik anlarda hayli riskli adımlar atıyor Başbakan. Neresinden bakarsanız bakın mevcut tabloda İlker Başbuğ’la bir araya gelmesi ciddi bir risk almaydı. Nitekim görüşmeden sonra ortaya çıkan değerlendirmeler de bunu doğruluyor.

Kapatma davası, Ergenekon (Hurşit Tolon ve Şener Eruygur’un gözaltına alınmasıyla çıta iyice yükseldi) ve 30 Ağustos terfileri. Siyasi hava ısınmak bir yana, resmen kaynıyor artık. Bu sabah uyanır uyanmaz karşımıza çıkan ‘son dakika’ gelişmeleri ve peşpeşe gelen yeni gözaltılar, tansiyonun daha da yükseleceğini gösteriyor.

Başbakan, bir aksilik olmazsa kısa süre sonra Bağdat yolunda. Umarız tüm yanlış hesapların geri dönmesine vesile olur.

MHP nerede duruyor

Siyasi krizin her adımında nasıl bir tavır alacağı en çok merak edilen parti hiç kuşkusuz MHP.

Ekrem Dumanlı’nın dünkü Zaman’daki ‘MHP’nin kaderi’ yazısı gerçekten önemli. Tüm siyasi partiler gibi MHP de ciddi bir sınav veriyor.

22 Temmuz seçimlerinde üzerine yapışan ‘CHP ile koalisyon’ projesi, bu partiyi geleneksel tabanından önemli ölçüde kopardı. Kale diye tabir edilen bölgelerde, mesela Orta Anadolu’da beklediğinin çok altında oy aldı. İzmir, Antalya ve Mersin örneklerinde olduğu gibi kıyı bölgelerinde kendisine bulduğu ‘geçici’ seçmen ise, seçimlerden sonra attığı adımlar yüzünden MHP’yi hızla terkediyor.

Fakat bir noktayı unutmamak gerekiyor. Şu son Erciyes Kurultayı tartışmalarına bakıldığında, Devlet Bahçeli ve arkadaşlarının işinin sanıldığından çok daha zor olduğu ortada. Bir yanda MHP’den beklentileri olan, ama aslında doku uyuşmazlığı yaşayan ulusalcılar. Diğer yanda başörtüsü gibi hassas konularda MHP’den beklentisi olan ve bu partinin asıl tabanı olan kitle.

Böyle zor bir alanda ve hassas dengeler üzerinde siyaset yapıyor bu parti. Bence işin doğal seyri, MHP’nin ‘Hıncal Uluç’ oylarından kurtulup kendi kitlesine dönmesiyle sonuçlanacaktır.

Diyanet konusunda birkaç not daha

‘Diyanet’i itip kakmak’ başlıklı yazıma olumlu olumsuz pekçok tepki aldım. Gördüm ki gerçekten ciddi bir yaraya dokunmuşum.

Güzel bir okur mesajı var. Kısaca aktarmak istiyorum.

‘Diyanet, devletin müslümanların ihtiyaçlarını gidermek için değil, onları kontrol altında tutmak için icat ettiği bir projedir. Kuruluş amacı böyle olsa da verdikleri fedakar hizmetleri gözardı etmek haksızlık olur. Keşke şu noktayı da dile getirseydiniz. Türkiye’de özellikle 28 Şubat süreci din görevlilerini ezip geçen bir buldozer gibiydi. Kimse bunun etkilerini görmüyor. Sonra da imam öğretmeni yendi gibi sözler söylüyor. Bunun Türkiye gerçeği ile ilgisi yok. Din görevlileri çok zor şartlarda ve dini hedef alan seviyesiz tartışmaların gölgesinde hizmet vermeye çalışıyor.’

çok önemli bir uyarı. Geriye dönüp bakınca 28 Şubat’ın hırpaladıkları öylesine fazla ki.

Tam Türkiye kendisini toparlıyor, yaralarını sarıyor derken, yeni bir kirizle boğuşuyoruz. Bunun kimleri ne kadar hırpaladığını ise ancak yıllar sonra farkediyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi