Her şey caizdir!
İslâma taalluk eden ihtilaflı konularda iki ekstrem uç birbirini meşrulaştırarak hem taban buluyor, hem de biri diğerinin varlığına yaslanarak hayat buluyor.
İhtilaflı konular akideden ibâdetlere, ahlâkî meselelerden siyasi meselelere kadar geniş bir yelpazede seyrediyor. Bunların kimisi hakikaten önemli iken kimisi de öze ait olmayan, şekle dair, şekle dair olsa da dayandığı meşru temelleri olan ve farklı şekillerde anlaşılabilecek meselelerdir.
İlki, Müslümanları önce algıda sonra da hayatta bölen bir muhtevayı diğeri ise İslâm fıkhının kendi içinde çok sesliliğini ve zenginliğini yansıtır.
Birincisi; İslâmın en temel doğruları olan tevhid gibi, Kuranı Kerimin tahrif olmadan eksiksiz ve şeksiz bize ulaşmış olması gibi, sahabelere ihtiram gösterme prensibi gibi konuları içerirken, ikincisi; namazda elimizi nasıl ve nerede bağlayacağımız gibi öz itibarıyla, algımızda bir bölen etkisi yapmayan meseleleri içerir.
Bu ayrımı yapmayan toptancı iki zihniyet var karşımızda bugün. Birincisi, kendisini Müslüman diye niteledikten sonra kişi veya toplumlar ne derse desin, ne yaparsa yapsın, neye inanırsa inansın fazla önemsemeyen, herkesin görüşü kendisine anlayışında. İman ettikten ve bu imana sözlü sahip çıktıktan sonra hiçbir şey kişinin İslâmına zarar vermez bidatı neticede.
Diğeri de nassların yüksek anlam katmanlı doğasından kaynaklanan ve Müslüman hayatının farklı zemin ve şartlarda uyum kabiliyetini artıran birer rahmet hükmündeki içtihad zenginliğini bir mezhebin ve daha ileride o mezhep içinde bir damarın görüşüne hasretmek ve bu tercihi İslâmın tek doğru yorumu olarak kabul etmek, dayatmak ve hakikati bu dar çerçeveye hapsetmek basiretsizliği.
Ortada ifrat ve tefrit boyutlarda iki yalnış tavır alış sözkonusu. Her biri kendi varlığının meşruluğunu diğerinin ekstrem duruşuyla izah ediyor.
Başta akide alanı olmak üzere her alandaki ihtilafı tolere eden çizginin tarihî kökleri, günahın imana zarar vermediği vehmine dayanan Mürcie fırkasıyla kısmen buluşmaktadır. Ama bu çizgide postmodern etki daha fazladır. Postmodernitenin herşey gider anlayışı, hakikatin izafiliği görüşü, bir tarihselliğe dayanarak gelenek içerisinde kendini konuşlandırarak postmodern özüyle ilişkisini gizliyor.
Bu tavır alış; kimi zaman Alevilikle Sünnilik, Şiîlikle Sünnilik, Nusayrilikle Sünnilik arasındaki buluşturulamaz itikadî ihtilafları önemsiz bir alana dönüştürürken, kimi zaman da dinler arası ihtilafları teferruata indirecek kadar her yere çekilebilecek bir esnek zemine indirebiliyor. Postmodernitenin, bütün dinler ve fikhi akımlar farklı yollardan ama aynı hakikate ulaşmaya çalışır, iddiasını isbatlarcasına..
Ülkeler arasındaki çıkar ilişkileri, cemaatlerin indî maslahatları, kanaat önderlerinin kabul görme arayışları tasavvurumuzu oluşturan akidemizden daha önde gelebiliyor. Değerlerin şekillendirdiği algımızın hayatı şekillendirmesi gerekirken çıkarlarımızın hayatı ve bunun da dönüp algımızı şekillendirdiği ters bir süreç işliyor. Reel politik ideallere galebe çalıyor..
Peygamber Efendimizden (sas) başlayarak Ümmetin üzerinde ittifak ettiği meselelerde, size buna merkezi kriterler de diyebilirsiniz, bugün ihtilafa düşmek gayet normal karşılanabiliyor. Normal karşılanmayan şey ise; sâbitelerde sebat etmek neredeyse.
Velhâsıl, bu, hakikatin izafilik teorileriyle incitildiği bir bulanık süreç..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.