Türklere haram olan Kürtlere de haramdır
Hayrettin Karaman hocanın "Bölünmeye giden yol kapatılmalıdır" başlıklı yazısı, baştan itibaren, beklenebileceği gibi, önemli bir tartışmayı başlatmış bulunuyor. "Beklenebileceği gibi" diyoruz, zira içinde bulunduğumuz siyasal söylemin ortasında önceden başlatılmış bir tartışmada paylaşılmış kavramlarla yeni bir söylem inşa etmek kolay değl. Kullanılan kavramlar ne kastedildiği önemli olmaksızın kullanıldığı anda mıknatıs gibi gidip bir tarafa yapışıverir. "Bölünme, tefrika, ayrılığa düşme" gibi kavramlar içinde bulunduğumuz tartışma bağlamında kaçınılmaz olarak kutup başı "üniter-uluslacı-devlet" olan bir tarafa yapışıyor.
Oysa bu kutupsallığın koşulları değşimiş olabilir veya bu koşulları değiştirmenin yolu tam da o kavramların yükünü değiştirmekten geçiyor olabilir. Bu ya nesnel siyasal şartların değişmesi dolayısıyla sözkonusu olmuştur veya bu şartları değiştirmeye talip yeni bir irade ve söylemin sahneye girmesi sayesinde olmaktadır. Kürt sorununu bugüne getiren üniter-totaliter devletçi söylemin bugün eski haliyle devam ettiğini söylemek mümkün olmadığı gibi, bundan sonra eski haliyle devam etmeyeceğine dair de güçlü bir irade szkonusudur. Kuşkusuz bunda da büyük ölçüde Karaman hocanın da dahil olduğu İslami kesimin olayın akışına fiili müdahalesinin önemli bir payı vardır.
Karaman hocanın "bölünmeye giden yol kapatılmalıdır" ve artından "tefrika savunulamaz" başlıklı yazıları dolayısıyla hemen üniter-ulusalcı devletçi bir ideolojik tutumla yanyana konumlandırılması, herşeyden önce büyük bir haksızlık. Hoca bir fakih ve her ne kadar bir yolu (bölünmeye giden yolu) kapatmaktan sözediyorsa, fiilen hiç bir yolu kapatacak bir konumu yok. Onu eleştirenlerin onun tavsiyelerinin önünü kapatma konusunda sergiledikleri liberal-otoriterlikten daha fazla bir engelleyici etkisi yok. Baksanıza, söyledikleriyle bile bir tartışmayı kapatmak bir yana sonuna kadar açmış bulunuyor.
Oysa Hoca, tekrarlamak gerekirse, herkesin bildiği gibi, bir fakih. Bu yanıyla ancak onu dikkate alacak, onun söylediklerine özel bir değer atfeden Kürt veya Türk Müslümanlara gördüğü bir hususta uyarılarda bulunuyor. Kürt meselesinin çözümüne dair hem Türk hem Kürt milliyetçiliğinin ötesinde İslamcı bir yaklaşımın varlığını işaret ediyor. Kürtlere daha önce Türklerin saptıkları ve sapmaktan dolayı hem kendilerine hem de başka kavimlere felaketten başka bir şey getirmemiş bir yola sapmamalarını tavsiye ediyor. Doğrusu o yola kim saptıysa şimdiye kadar ateşli bir uçurumdan başka bir yere gitmedi. Türkler de Araplar da, Arnavutlar da o yola saptılar ve kendi felaketlerini hazırladılar, hala da o felaketten toparlayabilmiş değiller.
Geçmişte Mehmet Akif Ersoy Arnavutlara ne dediyse, onlar için nasıl kahrolup üzüldüyse, bugün Karaman konumundaki bir alimin Kürtlerin veya başka bir etnik Müslüman unsurun bütünden milliyetçi bir duyguyla kopma meyline aynı şeyleri söylemesi, onlar için hissettiği felaket dolayısıyla aynı üzüntüye kapılması öyle anlaşılmalı.
Üstelik önümüzde artık hem Arapların hem Arnavutların o maceralarının sonunda hangi batağa saplandıklarına dair sonsuz bir tecrübe varken aynı batağa varsın Kürtler de saplansın deme hakkına kimse sahip değildir. Hiç bir Müslüman kavim Baas tarzı insanlık dışı bir rejime layık değildir. Varsın Kürtler de bir süre insanı insanlığından çıkaran Baas tarzı bir rejim altında bağımsızlıklarının tadını çıkarsın demek mümkün değil. Bunu diyenin, bunun denmesine sessiz kalanın Kürtlerin hayrını istemesi sözkonusu değil, ama yine de diyen diyor zaten. Kimsenin bu tartışmayı kesmesi mümkün değil.
Kürtlerin Kürt milliyetçiliğine savrulmamalarını isteyen Karaman hoca olunca bu, onların şimdiye kadar üniter devletçi Türk ulusalcığı altında maruz kaldıkları inkar, imha ve asimilasyon politikalarına razı veya sessiz kalmalarını istemek anlamına gelmez herhalde. Kürtlere haram olan şey Türklere de haramdır. Kürt milliyetçiliği veya ayrılıkçılığı haramsa Hoca bunun Türklere de haram olduğunu söylemekten herhalde geri durmuyordur.
Hele Hocanın söylediği bir doğru dolayısıyla hemen konu etrafında geçmişiyle bir liyakat ve ehliyat sınavına tabi tutulması hem münasip kaçmıyor hem de yeni tarz bir kulak tıkama yöntemi. Bir insanın bir doğruyu söyleyebilmesi için geçmişte bütün doğruları bilmiş ve söylemiş olması gerekmiyor.
Aslında, Hoca, kendisini ifade etmeye, söylediklerini açklamaya ve tavzih etmeye, yazdıklarından dolayı kendisine yönelen eleştiri veya sorulara cevap vermeye devam ediyor. Şu ana kadar yazdıkları arasında, ilk yazısından itibaren, Kürtleri inkar ve imha etmiş, Kürtlere, dindarlara ve diğer vatandaşlarına o sözümona "üniter" kimlik adına zulmetmiş bir devlet adına konuştuğuna dair bir işaret görmedim. Yine de Altan Tan'ın kendisine yönelttiği "hakemlik" teklifini çok ilginç ve faydalı bulduğumu ve sorduğu sorulara karşılık iki gündür yazdığı cevabın devamını ilgiyle beklediğimi ifade etmeliyim.