Suriye dersleri
Suriye konusunda Türkiye'nin izlediği politikayı eleştirenlerin hepsinin başta, ortada veya sonuçta en iştahla başvurdukları yol bu işten Türkiye'nin ne kadar zararlı çıktığı veya çıkacağını göstermeye çalışmaları oluyor. Türkiye'yi NATO veya Batılı güçlerin işgalci heveslerini gerçekleştirmek gibi suçlamalarla ve dolayısıyla sözümona "etik" gerekçelerle eleştirmekle başlayıp kısa sürede bu "çıkar" hesaplarına saplanıp kalıyorlar. Çıkar siyasetine dönüldüğünde en fazla vurgulanan konulardan biri "Esed'in veya Baas rejiminin yıkılamazlığı" oluyor.
Bu da kuşkusuz ayrı bir itikadi sorun ama şimdilik onu geçelim. Söylenen şey: Baas rejimi yıkılamayacağına göre Türkiye'nin bu duruma biat etmekten ve bu rejimin yaptıklarına sessiz kalmaktan başka çaresi de yok daha akıllıca bir siyaset seçeneği de. Türkiye'ye telkin ettikleri şey kelimenin tam anlamıyla şahsiyetsiz çıkar politikası. NATO veya ABD karşıtlığı gibi ideolojik bir noktadan başlayıp bu tipik ABD pragmatizmi ile bitirmek de apayrı bir tuhaflık, onu da geçelim.
Bu esnada Esed'i yıkılamaz kılan en önemli desteklerin de Çin, Rusya ve İran'dan geldiğinin söylenmesi ihmal edilmiyor. NATO'nun lanetlik bir şey olduğunu kolay anlıyoruz da, NATO karşısında yer alan bir Rusya'nın nasıl bir hayrı temsil ettiğini doğrusu hiç bir zaman anlamış değilim.
Sohbet ettiğimiz bir İranlı diplomat bana uzun uzun Suriye'ye karşı Amerika'nın yanında yer almanın "Müslümanları bırakıp kafirleri dost edinmek" olarak İslam'la bağdaşmadığını anlattı. Kendisine Suriye'ye veya İran'a karşı ABD'yi tutmak gibi bir eğilimin Türkiye'deki hiç bir siyasi eğilimde (ne iktidarında ne muhalefetinde) asa olamayacağını anlattım. Ama kapı gibi bir Rusya, Çin, İran, Suriye ittifakı ortadayken bu karşılaştırmayı nasıl yapabildiğini sormayı da ihmal etmedim. ABD emperyalizmine veya siyonizme karşı bir ittifakın her gün onlarca Müslümanın hayatına, onuruna, haysiyetine tecavüz ediyor olmasının hiç bir vicdanda karşılığı yok.
Türkiye'yi Suriye konusunda Batılı ülkelerin peşine takılmış veya onların istediğini yapıyor gibi göstermeye çalışıyorlar. Bunu yaparken tabii ki bütün verileri, haberleri, bilgileri çarpıtıyorlar. Bir defa şu anda Suriye'deki insani drama karşı bütün dünyayı ayağa kaldırmaya çalışan Türkiye'dir. Olup bitenlere karşı tamamen pragmatist bir ikiyüzlülükle sessiz kalan bilhassa Batılı ülkeleri herekete geçirmeye çalışan da Türkiye. Batılı ülkelerin, her zamanki, gibi doğrudan çıkarları olmayan hususlarda ne insan hakları ihlalleri, ne işkenceler, ne katliamlar umurlarında değil. Nasılsa ölenler Müslüman ve nasılsa İsrail'e ve batılı çıkarlara en ufak bir zararı yok bu olup bitenlerin.
Esedler 67'den beri kitleler halinde kendi insanını öldürüyor. Şubat 1982'de bir hafta içinde Hama'da 35 bin insanını öldürdü de kim ne dedi ona? Bu olaydan dolayı herhangi bir uluslararası yaptırıma, ambargoya veya takibata konu mu oldu? 70'ten beri kendi ülkesinde en ufak bir muhalif sese fırsat tanımamış, muhalefeti hemen zindanlara tıkmış, orda türlü türlü işkencelere maruz bırakmış büyük kısmını yok etmiş. Bu zindanlarda yapılanlara dair en ufak bir kesiti dinlediğinizde insanlığınızdan utanırsınız.
İnsan hakları örgütlerinin doğrudan tanıklara dayanarak kaydettikleri sayısız hikayenin hiç biri Batılı ülkelerde vicdanları harekete geçirmedi. Çünkü Esed rejimi bu ülkelerin mutabık oldukları Ordadoğu düzeni içinde önemli bir denge unsuru ve onu kimse hareket ettirmek istemiyor. Bugün ABD ve İsrail için Esed rejimine karşı muhalif sesler sadece yaptıklarının artık savunulamaz olduğu bilindiğinden duyuluyor ama gerçekten gitmesi doğrultusunda hiç bir şey yaptıkları da yok. Esed rejiminin gerçekten gitmesini istedikleri de yok. Çünkü tasarladıkları Ortadoğu için Esed rejimine bir alternatifleri yok.
Bu bağlamda Türkiye'nin siyaseti onları baskı altında tuttuğu için rahatsızlık bile veriyor. Türkiye'yi bu süreçte yalnız bırakıyorlar çünkü onların istedikleri Suriye ile Türkiye'nin süreç içinde önünü açıyor olduğu Suriye arasında dağlar kadar fark var. Mevcut muhalefet, en kötü haliyle bile, başarılı olduğunda İsrail ile ilişkilerini Esed rejimi gibi sürdürmeyecektir, en azından Golan'ı daha güçlü bir biçimde isteyecek, Lübnan'da İsrail lehine Suriye'nin sürdürdüğü dengeyi rahatsız edecektir.
Bu arada Suriye rejimiyle ilgili eleştiriler veya siyaset karşısında hemen Suudi Arabistan'ın veya diğer Körfez ülkelerininn demokratik olmayan rejimleri öne sürülmüyor mu? Sanırsınız, Türkiye bölgedeki bütün rejimlerin demokratikleşmesini birinci öncelikli hedefleri arasına koymuş, herkesin rejimine ayar veriyor da Suriye ile sorunu da burdan çıkıyor. Doğrusu cevaplamaya değmez bir muğalata bu. Ama yine de söyleyelim. Türkiye'nin Suriye ile olan sorunu Suriye'nin rejiminden kaynaklanmadı. Evet Suriye rejimine nihai olarak razı gelmek mümkün değil, ama halkı ona itiraz etmedikçe kimsenin yapacağı bir şey yoktur. Suriye rejimi düne kadar aynı rejimdi ve Türkiye'nin bu rejimle bir sorunu yoktu. Yine olmayabilirdi. Üstelik bütün Batılı ülkeler Suriye'ye karşı yaptırımlar uygulamaktan bahsederken Türkiye eksen kayması eleştirilerini göze alarak Suriye'ye adeta kalkan oluşturuyordu.
Sözkonusu olan kimsenin rejiminin ne olduğu değil ki... Sözkonusu olan basitçe ve tek kelimeyle sivil halka yönelik katliam, kendi halkına karşı savaş. Suudi Arabistan'da Allah muhafaza aynı türden olaylar olsa, tavrımızın başka türlü olacağını kim söylüyor? Suriye kendi ülkesindeki gösterilere ve proteestolara karşı başka türlü davranabilirdi. Halkı şiddetle bastırmak, halkına karşı savaş açmak yerine onları bilgece bir olgunlukla karşılayabilirdi.
Böyle olması kesinlikle hem Esed rejimi için çok daha iyi olurdu hem de Türkiye için. Oysa Esed bu yaklaşımıyla hem kendi meşruiyetini yitirdi hem de Türkiye'ye sonuçta elbettteki kendi zararına olacak şekilde bir siyaset izlemekten başka bir seçenek bırakmadı.
Evet Suriye'de olup bitenlerin şu anda Türkiye'nin zararına olduğu çok açık. Ama Türkiye'nin bu olay karşısında hiç bir ilke gözetmeden sadece faydayı öncelemesi halinde ne duruma düşeceğini de bir zahmet gözünüzde canlandırın isterseniz...