İlk bölücülük ve ilk fetva

İlk bölücülük ve ilk fetva

Öyle insanlık tarihindeki ilklerden bahsetmeyeceğiz. Öyle yapacak olsak, kendisiyle Adem arasında karşılaştırma yapıp gözüyle gördüğü, fani aklıyla ölçmeye kalkıştığı meziyetlere göre ateşten yaratılmış olan kendisini topraktan yaratılmış olan Adem'den üstün gören İblis tartışmasız ilk ırkçıdır. İslam'ın insan felsefesinin temel referansı sayılan bu olay ise ırkçı düşünce veya yaklaşımların en bilimselinin veya en karmaşığının da 'cahilî' olmaktan kurtulamdığını gösterir. Biz oraya kadar gitmeyelim.

Kuşkusuz, bu dönemde ilk bölücülüğü yapanlar, Cumhuriyet'in kuruluşundan hemen sonra, beraber yürütülmüş bir kurtuluş savaşı ve beraber kurulmuş bir devlette herkesin katkısını bir kenara koyup, bu toprakların tarihinde hiç olmamış şekilde devlete ve ülkeye etnik-milliyetçi bir kimlik atfedenler olmuştur. Bunu 'Türkler yaptı' diyemiyorum, çünkü ortaya konulan yeni devlet projesi tarihte olmamış bir 'Türklüğü' uydurmayı da kapsıyordu. Tarihte varolan şekliyle Türklük sadece bir isim olarak kullanıldı, onun tarih içinde gelişmiş diline, örfüne, dinine, geleneklerine müdahale edilerek yeniden inşa edildi ve inşa edilen bu şekle herkesin 'eşit bir biçimde' uyması istendi.

TC'nin eşitlikten anladığı herkesin aynı şekilde asimile edilmesiydi. Bu asimilasyonun dokunmadığı hiç kimse yoktu. Bu yüzden bir bakıma Türk milliyetçiliğinin ilk ve başarılı bir biçimde asimile ettiği kesim Türkler oldu. Bu asimilasyonun başarısı Türklerin bu sürece çok olumlu cevap vermiş olmasından kaynaklanmadı. Aksine Türklere karşı da istiklal mahkemelerinde onbinlerce insanın idamı, katliamlar ve Baas rejimlerinin prototipi uygulamalarla başarıldı.

Bu asimilasyon, tabii ki herkeste aynı şekilde, aynı sonuçlarla gerçekleşmedi. Kimileri bu uygulamaları sonuçta onayladı, kimileri Stockholm sendromu tarzı tepkilerle kendisine dayatılan kimlikleri tefrit derecesinde benimsedi. Kürtlere yapılanlara İslamcıların neden sessiz kalmış olduğu sorusu gerçeklerle bağdaşmıyor olması bir yana, bu dönemde zaten ya hiç İslamcı kalmamış veya kalmış olanların da aynı baskılar altında olduğu gerçeğiyle bir arada düşünülmeli.

Türk ulus devleti projeksiyonu böyece bu dönemde bölücülüğün ilk adımını oluşturdu. Hilafetin kaldırılması ve 'Osmanlı' gibi hiç bir etnik vurgusu olmayan kuşatıcı devlet kimliğinden 'Laik Türk Devleti' kimliğine yapılan geçiş, bu topraklarda çok azı dışında hiç kimseyi kuşatamayacak, herkesi yaralayacak şekilde yapıldı. Halifeliğin varlığı ve devlet tarafından temsili böyle bir bölücülüğe ve dışlamaya imkan vermiyordu. O yüzden Halifeliğin kaldırılmasına karşı Şeyh Said'in 'aramızdaki bağ din ve hilafet bağıydı, onlar kalktığında bizi birarada tutacak ne kalıyor?' şeklindeki sorusu Kürtlük adına bir ayaklanma değil, bu bağa kast etmenin bir cezayı hak eden bir cürüm olduğuna dair bir fetva olarak da algılanmıştır. Hilafet Müslüman ümmetin somutlaşmış halini temsil ediyordu ve onu kaldırmak bu bütüncül varlığa karşı bir saldırı olarak algılandı. Şeyh Said'in isyanı bu açıdan ayrılıkçı bir hareket değil, aksine Müslümanların bütünlüğüne kast eden ayrılıkçı bir siyasete karşı bir refleks olarak karşılık buldu.

Şeyh Said'in bu isyanı başlatırken de referansı dindi ve bir fetvaydı. Ona karşı çıkan, hareketine destek vermeyen Said Nursi'ninki de başka bir fetvaydı. Hayrettin Karaman Hoca'ın dini referanslarla bugünün siyasal tartışmalarına dahil olmasını yadırgayanlar oluyor. Bunda dini düzey ile siyasi düzeyin mahiyet bakımından birbirinden kolay ayrıştırılabileceğine dair son derece naif bir siyaset ve din tanımı açığa çıkıyor. Oysa Karaman'ın sözlerine en güçlü cevapların seküler düzeyden değil yine dini referans düzeyinden beslenip güç aldığını görüyoruz.

Dini düzeydeki konuşmanın çok otoriterleşme tehlikesi her zaman mevcut. Bir ayet söylediğiniz zaman Allah'ı veya 'mutlak doğru' yu yanınıza çekmiş oluyorsunuz çünkü, ve böylece karşı tarafa karşı bir anlamda haksız rekabet avantajı elde etmiş olabiliyorsunuz. Ne var ki, bu otoriterlik sadece dini söylemin kullanımından beslenmiyor. Liberal bir hakikat iddiası adına da bu otoriterlik rahatlıkla sergilenebiliyor. Başka vesilelerle de sıkça tanık oluyoruz buna, ancak Karaman'ın açtığı tartışmaya karşı sergilenen otoriterlik bunun çok anlamlı bir örneğini ortaya koydu.

Oysa herkesin siyasi duruşunun bir referansı vardır ve başkalarını 'mutlak olarak haksız sayan' bir hakikat iddiasına dayanmayan yok. Kimi bilimi, kimi geçerlik kazanmış (doğruluk kerametini geçerliliğinden alan) önkabulleri siyasetinin, eleştirisinin veya hakikat iddiasının merkezine koyar. Tartışmayı gerçekten bitiren bir etki yapıp yapmaması da o iddianın arkasındaki fiziki-yasaklayıcı güçtür galiba. Karaman'ın dini referansla ortaya koyduğu görüş bir tartışmayı bitirmek bir yana, başta o fetvanın hedefi olabilecek mütedeyyin (İslamcı) insanlar arasında bile bir tartışma başlattıysa, bu aslında ne kadar sağlıklı bir tartışma ortamında olduğumuzu gösteriyor.

Normalde ilmi derinliğine çok geniş kesimlerin büyük bir kabulü ve teveccühü bulunan Karaman hocanın bu ateş hattına dalmayı göze alıyor olması sadece takdirle karşılanacak bir durumdur. Söylediği şeyden benim anladığım ve kabul ettiğim, İslam'ı dikkate alanların Türk ve Kürt milliyetçiliklerinin ötesinde bir siyasal beden tasavvuruna sahip olduklarıdır. İslamcıların sorunu teşhisi de farklı, sorunun çözümü için önerileri de.

Bu söylenenlere Kürt milliyetçisi bir bakış açısından tavır koyanların Karaman hocayı 'birlik'ten bahsediyor diye hemen 'Kemalist' diye suçlayanlar, bu yaklaşımın ilk başta Kemalist projeyi reddetmek üzerine oturduğunu görmüyorlar, hatta görmek istemiyorlar. Gerçekten görmeyebiliyorlar, çünkü iki fanatizmin hararetinde yaşayanların genellikle birbirlerine alışması, birbirlerini sevip, gözleri birbirlerinden başka bir şeyi görmemesi tipik bir durumdur, ama bu iyimser görüş.

Daha kötü ve ne yazık ki geçerli ihtimal şu: İslamcıların söylemlerinin Kemalistler için bölücü, Kürt milliyetçileri içinse Kemalist gibi görünmesi bir görüş veya tespit değil bir tercihtir. Zira her iki taraf bu yolla 'ya benden olursunuz ya onlardan' diyerek ideolojik konforunu korumanın ucuz yolunu bulmuş oluyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi