Kürtaj deyip geçmeyin
Kürtaj ve sezaryenle ilgili tartışmalar devam ederken, feminist ve sol görüşlü kadın kuruluşların Başbakan Erdoğan’a tepkileri sürüyor.
Bir avuçlar ama medyanın desteğiyle sesleri gür çıkabiliyor.
Onlar örneğin “protesto” adı altında gerçekleştirdikleri eylemlerde, sağa sola saldırarak polisi bir güzel tahrik edip, kendilerini gözaltına aldırmayı başarıyor!
Ertesi gün medya da, “kürtaja kelepçe” manşetleriyle çıkıyor.
Hükümet’in en yakınındaki “diyalogcu” çevrelerden de destek görünce, haliyle iyice küstahlaşabiliyor; “Ben üremek istemiyorum”, “Sevgilimin bedeni, sana ne?”, “Vajina benim, kime ne?” gibi sloganlarla konuyu iyice iğrençleştirebiliyorlar.
Bu çevrelerden geçen biri, kürtaj çıkışını alay konusu ettiği Başbakan Erdoğan’ın “birileri tarafından ele geçirildiği”ni belirterek, “Önümüzdeki hafta ojeli tırnakla abdest ve oruçluyken plaj konusuna gireceğinden söz ediliyor” diyor.
Başbakan’a bir avuç ne idüğü belirsiz grubun argümanları ile muhalefet ediyor, milletin diliyle değil.
“Sayın Yazar”, kürtaj tartışmasıyla ilgili Başbakan’ı, Hükümet’i eleştirecekse, örneğin bir zina konusunu gündeme getirebilir.
“Kürtaja büyük ölçüde asıl sebep, zinadır. Önce zinanın yeniden suç sayılması tartışılmalıdır” diyebilir örneğin.
“Dini bütün bir aydın”a bu yakışır, kanımca.
Ama demiyor.
Başbakan’ın kürtajla ilgili sözlerini “bayağı” ve “gereksiz” görüp, alaya alıyor.
Oysa, Başbakan’ın kürtaj konusunda “derdinin ne olup ne olmadığını” en iyi bu insanların anlaması gerekmez mi?
Yasaklarla elbette arzu edilen sonuçlar elde edilemeyebilir.
Gönül ister ki, ne kürtaj olsun ne de yasak.
Ancak bu olmuyor ve “kürtaj” aile kurumunu temelden sarsan gayri meşru ilişkilere yönelime; evli çiftlerde sorumsuzluğa “teşvik edici” bir hal alıyorsa, sorumlu bir Başbakan “çare” arayışına girebiliyor.
Bunun (tıbben ve dinen) sakıncaları bulunduğunu, her şeyden önce bir cinayet olduğunu söyleyerek, insanları en azından durup bir düşünmeye yönlendiriyor.
Zoraki durumlar elbette olabilir…
Başbakan bu konuda, sorumluluğu altındaki halkı, bedeninin zarar görmesinden, günahtan, gayri meşru ilişki ve çocuktan korumaya çalışıyor.
Düşünün, kürtaj, her geçen gün azalışa geçmiş; dünyaya gelen gayri meşru çocuk sayısı düşmeye başlamış, fena mı?
Bu herkesin ortak arzusu değil mi yoksa?
Değerli Habervaktim okuyucuları;
Ülkemizde bu ortak arzuya ortak olmadıkları gibi toplumu aksi yöne çekmeye çalışanlar da yok değil.
Bir takım vakıf ve dernekler uzun yıllardır Türkiye’de “nüfus planlaması” adı altında evli çiftleri adeta yuvasızlaştırmaya; gençleri evlilik dışı ilişkilere, kürtaja yönlendiriyor.
Bu çalışmalarda aktif rol alan kuruluşlardan olan SEV, ÇEV, ÇYDD gibi vakıf ve derneklerin Ergenekon operasyonları ile perçinlenen “misyonerlik faaliyetleri”, tezgahı, ortaya koyuyor.
Sağlık ve Eğitim Vakfı’nın Başkanı olan Yaşar Yaşer, uzun yıllardır Türkiye’de “Türkiye Aile Sağlığı ve Genel Koordinatörü” sıfatıyla “doğum karşıtı” faaliyetlerde bulunuyor, kürtajı ve sezaryeni savunuyordu.
Yaşer'in, Hıristiyanlığın bir kolu olan Protestanlığın Türkiye'de yayılması için faaliyet gösteren Dünya Kiliseler Birliği'nin Türkiye Temsilcisi olduğu belirtiliyor. Bu iddia bizzat MİT Raporu'nda geçiyor.
Eşi Gülseven Yaşer de daha düne kadar Başkanlığı’nı yaptığı Çağdaş Eğitim Vakfı eliyle, “çağdaş bir yaşam idame ettirme” adı altında feminizm propagandası yaparak, Türk aile yapısını kökten sarsacak bir kadın ve aile model ortaya koyuyordu. (Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin kurucu başkanı Türkan Saylan’ın hayatı boyunca ÇEV ile birlikte hayata geçirdiği projeler de malum.)
2009’da Ergenekon soruşturması, 2001 tarihli MİT raporunda “Protestan Misyonerliği yaptıkları” iddia edilen ÇYDD ve ÇEV’e kadar uzandı. ÇYDD Başkanı Türkan Saylan gözaltına alındıktan kısa bir süre sonra hayata gözlerini yumarken, ilerleyen haftalarda ÇEV Başkanı Gülseren Yaşer hakkında da mahkemece yakalama kararı çıkarıldı.
Ancak Gülseven Yaşer, iddianame hazırlık aşamasında iken “tedavi için gittiği” ABD'den halen dönmüş değil ve bugün firari durumda. Yaşer son bir yıl da kırmızı bültenle aranıyor ancak aylardır yakalanabilmiş değil.
Amerika’da “birileri”nin koruması altında.
Haklarında hazırlanan iddianamede yer alan bilgi ve belgelerden, bu vakıfların bir taraftan terör örgütü mensubu öğrencilere burs verdikleri; ulaştıkları öğrencilerin kız-erkek birlikte kalmalarını sağlamaya, dini yaşamdan uzaklaştırmaya çalıştıkları; TSK içindeki genç subayları bu öğrencilerle fuhuş yapmaya çekmeye gayret ettikleri görülüyor…
ÇEV ve ÇYDD’den çıkan dokümanlarda aynen şunlar deniliyor:
“Kız ve erkek öğrencilerin birlikte kalacakları konutlar sağlanmasına özen gösterilecek. Faaliyetlerimizi engelleyebilecek dinsel-şoven-kültürel dogmaların giderilmesine yönelik olarak eğitimlerde doğal cinsellik ön plana çıkarılacak. Askerî okullara yakın çevrede oluşturulan kız evlerine en uygun kızlar aktarılacak. Kızlara her türlü fedakârlık yapmaları için yönlendirmede bulunulacak…”
Habervaktim.com olarak, tüm bunların, “masum bir çağdaş yaşam çabası”, olarak değerlendirilmesinin saflık olacağını düşünüyor, Sayın Başbakan’ın “kürtaj görüşünü” destekliyoruz.
Haftaya görüşmek dileğiyle, hoşçakalın.