Cemaat-Parti maçında karşılıklı şutlar
Kimileri yok olduğunu söylese de, maalesef Parti ile Cemaat arasında bir süredir çekişme var. Olmaması lazımdı, olmasa daha iyi olurdu; ama oldu bir kere ve şimdi aslında olanı telafi etmek zamanı.
Lakin taraflar yan yana durmaktansa karşı karşıya gelmeyi tercih ediyor. Acaba nasıl bir hesapla kim neyi yapmaya çalışıyor? Cemaat tabanına çok güveniyor, Parti de seçmenine... Sonucu, Partinin seçmen kümesiyle Cemaatin mensup kümesinin kesişim noktasında yer alan, hem Parti seçmeni, hem de Cemaat mensubu olanların ne tarafa yaklaşacağı belirleyecek. Biz, daha önce Parti-Cemaat çekişmesinin bir başka versiyonunu görmüştük. Üstelik de aynı ekolden olan bu çekişmede, her iki kesime de taban teşkil eden kitle, Cemaatin günlük yükümlülükleri yerine Partinin seçimden seçime oy kolaycılığını tercih etmişti. Ders alana hatırlatmak istedim.
Bana öyle geliyor ki; Ergenekonla özdeşleşen Derin Devletin tasfiyesinde, planlı ya da plansız, isteyerek ya da yolların kesişmesinden ötürü ortak hareket eden Parti ile Cemaat, tasfiye sonrasındaki yeni derin devlet yapılanmasının teşkili esnasında, yeni oluşumun kontrolü hususunda anlaşamamış gibi görünüyor. Yolların kesişim noktası geçildiğinde birlikte yeni bir yola girilip güçlü bir ilerleyişe her iki taraf da rıza göstermedi; herkesin kendi yolunu takip etmekte ısrar etmesi üzerine birbirinden uzaklaşma başladı.
Acaba Parti de, Cemaat de kendi özgün yürüyüşünü mü sürdürüyordu da yolları bir noktada kesişti, yoksa rota tayininde başka yardımcılar mı vardı da yollar kesiştirildi? Bu nokta şimdilik meçhul...
İlk kez Mavi Marmara olayında Partinin İsrail Politikasına karşı tam aksi bir duruş gösteren cemaat, Ergenekon yapılanmasının deşifre ve tasfiye edilmesindeki inkâr edilemez rolünün verdiği yetkinliğe ve güvene dayanarak, iç politikadaki etkinliğini uluslararası politikada da sürdürmek istemiş, sanki o olayda, Türkiyenin İsrail politikası Partinin inisiyatifine bırakılamaz demek istemişti. Yargıda kilit noktalara gelmiş, Emniyette ipleri eline almış, Ordunun siyasi gücünü dizginlemiş olmadaki rolünün büyüklüğüne bakarak, Partinin kurduğu Hükümetin gözü-kulağı olan MİTi de kendi uhdesine almak istemişti de kıyamet kopmuştu, hatırlarsanız. Artık iplerin gerildiğini, tarafların aynı ipin iki ucundan tutarak karşı tarafı ara çizginin kendi tarafına çekmeye kararlı olduğunu anlamıştık.
Ancak bir süre sonra, her iki taraf da esas politikasından geri adım atmamak kaydıyla, maçın dostluk içinde geçtiğine dair karşılıklı beyanlarla kamuoyunda oluşan gerginliği yumuşatmayı yeğlediler. İyi de ettiler. Artık uluorta çekişmenin yerine, karşılıklı taktik ataklar başladı. İş, uzaktan şut atışlarıyla karşı tarafın kalesini yoklamaya vardı.
Bu kapsamda ilk atak Partiden geldi. Partinin lideri, Cemaatin en önemli uluslararası etkinliğinde devasa kitlenin nabzını tutmayı bildi ve ayağına gelen topa vurarak uzun bir şut attı. Gurbet hasrettir deyip, gel artık! çağrısında bulundu. Şu andaki tavrınızla hep birlikte bu hasretin bitmesini istediğinizi anlıyorum diyerek, çağrısını Cemaat tabanına onaylattı.
Niyet okumayı bir kenara bırakıyor, zahire bakıyorum. Partinin bu şutunda yüklü anlamlardan biri şu: Derin yapılara ve halkına yabancı unsurlara karşı Parti kendi vatanında mücadele ediyor; Cemaat ise sürece uzaklardan katkıda bulunuyor; ama pastadan büyük parçayı istiyor. Hadi gelin, buradan yürütün mücadelenizi. Bunu yapmıyorsanız, yaptıklarıma müdahale etmeye son verin!
Tabiî ki Cemaat bu şutu karşılamalı, karşı şutla cevap göndermeliydi. Nasıl ki Parti, gel artık çağrısını cemaat mensuplarının oluşturduğu kitlenin duruşuna dayandırarak iletmişse, Cemaat de Partinin ülkeyi getirdiği noktaya atıfta bulunarak kararın gerekçesini oluşturmayı yeğledi. Cemaatin lideri, gelemem dedi; çünkü Partinin iktidar olduğu ülkeyi güvensiz buluyordu. Çağrıyı, kalabalığın heyecanının kanalize olduğu noktada siyaseten söylenmiş bir söz olarak algıladığını vurgularcasına şöyle dedi: Zannediyorum orada alkışın ritmi, dozu biraz yükselince de herhalde, öyle bir talep imajı aldı. Sonra, Partinin şutunu karşılayıp kendi şutunu attı; gelmeyeceğinin gerekçesini şöyle açıkladı: Türkiyede yeni problemlerin olmaması, bir kısım huzursuzlukların olmaması, bir kısım kazanımların kaybedilmemesi için yüzde bir ihtimalle oraya gitmeniz bu hususlara zarar verecekse, işte ben o endişeyle gitmek istemem. Nihayet asıl vuruşunu yaptı. Gelip gelmeyeceğine Partinin ya da diğer devlet ricalinin değil, kendi ekibinin karar vereceğini ilan etti: Bütün bu endişeler zail olduğu zaman, oturur, kendi arkadaşlarımla, kader birliği yaptığım arkadaşlarımla meseleyi detaylı görüşürüm, ondan sonra...
Parti, Cemaat liderini Türkiyeye gelmeye ikna edebilseydi, Cemaat Partinin kontrolü altına girebilirdi. Cemaat bürokrasiye yerleşti, ama onları orada tutup tutmamak bir yerde Partinin elinde. Bunu gören Cemaat, liderini Türkiyeye getirerek Partinin siyasi gücünün ellerine teslim etmeyeceğini ilan etmiş oldu. Böylece bu kadar yaygın bir hizmet ağının basit bir siyasetle yürütülmediğini, cemaat olarak partisel politikaya uzak dursalar da ince siyaseti çok iyi bildiklerini göstermiş oldular.
Ancak, yine de hem Partinin, hem de Cemaatin şunu düşünmesi lazımdı: Ne gerek vardı böyle bir çekişmeye?
Bakalım bu maç dostluk maçı olarak bitecek ve sahada kol kola tur mu atılacak, yoksa seyirci de sahaya girecek ve istenmeyen sonuçlar mı yaşanacak! Sizin gönlünüz hangisinden yana?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.