Camiden ziyade cemaat yapmak lâzım!
07.07.2012 tarihli Gulhüyü bilmeyen Çamlıcaya cami isterse! başlıklı yazımız üzerine Ankaradan muhterem Nureddin Tokdemir, Zonguldaktan Hamza Kara dahil bazı okuyucularımız tebrik ve duâ için aradı...
İkisinin ismini zikretmemin sebebi, ayrıca önemli birkaç noktaya dikkat çekmeleridir. Hamza Kara ağabeyimiz şu anekdotu aktardı:
Çatalağzı beldesinden dersten dönüyorduk. Site camiinde namaz kıldık. Caminin hafız, ilmi derin, senin de hemşehrin muhterem imam-hatibine, Ne yapıyorsunuz hocam? diye sorduk. Caminin çinileri, süslemeleri ile meşgulüz; cami yapıyoruz Allaha şükür dedi ve bize sordu: Siz ne yapıyorsunuz?
Biz cemaat yapıyoruz hocam! dedik. Sonra şöyle bir düşündü ve Allah razı olsun, gerçekten cemaat yapmak lâzım, cemaat!
Evet, cemaat yapmalı, Müslümanların dünyevî huzuru ve ebedî saadetleri için çalışmalı.
Bediüzzaman, bütün Nur talebelerine şu mektubu gönderdi; okudunuz mu:
Aziz kardeşlerim, siz katî biliniz ki, Risâle-i Nur ve şâkirtlerinin meşgul oldukları vazife, rû-yi zemindeki bütün muazzam mesâilden daha büyüktür. Onun için, dünyevî merakâver meselelere bakıp, vazife-i bâkiyenizde fütur getirmeyiniz.
Meyvenin Dördüncü Meselesini çok defa okuyunuz; kuvve-i mâneviyeniz kırılmasın
Ehl-i dalâlet, muvakkat hayata karşı mücâdele ediyorlar. Bizler, ölüme karşı nûr-u Kurân ile cidaldeyiz. Onların en büyük meselesimuvakkat olduğu içinbizim meselemizin en küçüğünebekaya baktığı içinmukabil gelmiyor.
Madem onlar divânelikleriyle bizim muazzam meselelerimize tenezzül edip karışmıyorlar; biz, neden kudsî vazifemizin zararına onların küçük meselelerini merakla takip ediyoruz? Bu âyet Siz doğru yolda oldukça, sapıtmış olanlar size zarar veremez. (Mâide Sûresi: 105.) ve usûl-ü İslâmiyetin ehemmiyetli bir düsturu olan: Er-râzî biz-zarari lâ yunzeru lehû. Yani, Başkasının dalâleti sizin hidâyetinize zarar etmez; sizler, lüzumsuz onların dalâletleriyle meşgul olmayasınız; düstûrun manası: Zarara kendi râzı olanın lehinde bakılmaz, ona şefkat edip acınmaz.
Madem bu âyet ve bu düstur, bizi, zarara bilerek râzı olanlara acımaktan men ediyor; biz de bütün kuvvetimiz ve merakımızla, vaktimizi kudsî vazifeye hasretmeliyiz. Onun hâricindekileri mâlâyânî bilip, vaktimizi zâyi etmemeliyiz. (Emirdağ Lâhikası, s. 89.)
Duâ ve tebrik edenler vesilesiyle, şifahî söylediğimizi yazılı olarak da ifade edelim:
Cemaatimizin tebrik ve duâları sayesinde yazıyoruz! Biz bir cemaatiz. Cemaat meyvedar bir ağaçtır. Risale-i Nur gövdedir. Talebeler, erkânlar, haslar, bunun dallarıdır. Bizim gibi kardeşler bunun yapraklarıdır. Her birimiz gövde ve kökten besleniriz. Cemaat bize duâ ettikçe, onun feyzi ve bereketi ile bir şeyler yazıyoruz işte
Bir yaprak ağaca takılı olduğu müddetçe kökten beslenir; yeşil, canlı kalır. Koparsa önce solar, sonra kurur ve çürür gider
Allah metanet, sebat ve sadakatla hizmet etmeyi nasip etsin.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.