Yıldızlı boşluk
Göllerden yukarı, vadilerden yukarı,
Dağ, deniz, bulut, orman, hepsinden öte,
Güneşin, havanın dışındaki bir gökte,
Yıldızlı boşluğun sınırlarından ayrı,
Ruhum, devinirsin nasıl da yeğin, çevik,
Ve, suda bayılan yüzücü gibi usta,
Yol açarsın kendine derin sonsuzlukta
Dilegelmez ve erkekçe bir hazla, esrik.
(Baudelaire, Kötülük çiçekleri, Sait Maden çevirisi, çekirdek Y. s. 33, Yükselme başlıklı şiir.)
Minicik ayrıntılar vardır. Sağlığınızın bir tsunami halinde gümbürdeyerek hayatın üstüne yürüdüğü günlerdir…
ölümün varlığı ırgalamaz. Gazetelerden, radyolardan, ekranlardan bildirilen haberler kilometrelerce uzağınızda durur.
Tut ki, bir deniz sayfiyesinde vakit geçiriyorsun.
İçine sinmeyen bir tek şey var: yanında görmek istediğin dostların uzaklardadır!
İşte, dünyanın en büyük tasası…
Akşamüzerleri sahilde yapılan minicik bir deniz gezintisi…
Dünya hazlarından tadılacak hiçbir şeyde insanın gözünün olmadığı bir doymuşluk haliyle uzaklar, ufuklar taranıyor…
Ufkun diplerinde hafifçe beliren bir vapur.. o vapurun denizin sisine karışmış mavimsi dumanı…
Ne de olsa serde ressamlık var.. ufku boyamak; boyanmış ufku branda bezine geçirmek.. ellerde paletler, boyalar..
Bunların paylaşılması gerekiyor.
Geçmiş kışlar uzaklarda kalmıştır. Gelecek kışlardansa minicik bir iz bile bulunmuyor bilincin kıvrımlarında…
Güneş, dağ ve deniz…
Belki hayal dünyasında yükselen bir orman… O ormanın bir yangın kaçağı olduğu akla bile gelmez. çünkü fidanlar yanık toprağın kara benzini saklamakta maharet sahibidir…
Belki gemilerin ışıldağı hatırlanır denizin gündüz yakamozları arasında…
Gözler kısılıp bakılmak istenir. Acaba o şey, o dost, o dosttan bir iz ışıldak ışınlarının arasından, mehtap yakamozlarından, güneş parıltılarından sıyrılıp çıkabilecek mi?
Olmayacak şeyler özlenir: gel diye seslenilir. Ne ki, seslendiğin kişinin ne denizde gözü var, ne tatil aşklarında… O da bilir ki, çağırdığı dostu, Caddei Kebir'in çıkışında, o minicik bahçemsi ortamın parmaklıkları önünde onu beklemektedir. Onun orada şiir okuyuşunu… Yumuşak davudi hançeresinden yükselen ve sisler bulvarını telaffuz eden, emperyal otelini sayıklayan sesini…
Secde etmek için yakınlardaki minicik camiye, o camilerin ağası küçük camiye gitmeye kimsenin sabrı yetmez.
Coşku sel gibi kabarır.
Cezbe sokakları tutar.
İnsanın kendini yere atası gelir.
Ebuzer hatırlanır: kendini taş çölüne atıp yakarışa duran zat… "Yalvarıyorum Allah'ım sana nasıl tapacağımı öğret bana!"
Güneş ve yıldızlar farklı, bilinmedik bir kürede boy atar…
Sinema dönüşleri yoktur artık. Sinema dönüşlerinin yağmurlu havalarda yaydığı saadet.. yoktur.
Olanlaraysa akıl ermez.
Devinen bilincin neyi, kimi, neden çağırdığı.. çağırıp çağırmadığı..
Belki direnmenin, saldırışın erkekçe hazzı tadılmak istenir bir daha solumak, o solukla ciğerleri şişirip son bir devinimle dünyaya meydan okumak için…
Nereye saklanıyorsun ey ölüm, çık karşıma demek için…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.