“Dana olmaktansa kasap olmak iyidir”

“Dana olmaktansa kasap olmak iyidir”

Mehmet Yazar'ı hatırladınız mı? 1985'de TOBB Başkanıydı. Siyasi yasaklı olan Demirel, Doğru Yol Partisi'ni kurdurmuştu. Emanetçisi Hüsamettin Cindoruk idi. TOBB Başkanlığından istifa eden Yazar'ın başbakan olma hayali vardı. Bu yüzden Cindoruk'un karşısına çıkmıştı. O vakit Demirel'in nurcuları, Cindoruk'un milisleri gibiydiler. Mehmet Yazar'ı destekleyen Nazlı Ilıcak'la kongre salonunda saç saça baş başa gelmişlerdi..

Rivayetlere göre Yazar, Kenan Evren Paşa'dan icazet almaya kalkışmıştı. Demirel buna çok bozulmuştu. Kendi arsasına gecekondu kondurur muydu hiç? Kayserili Mehmet Yazar'a Kongre kaybettiren asıl faktör de buydu derler. Vebali anlatanların boynuna..

Ankara'da oyun biter mi! Generallerin desteklediği “Milliyetçi Demokrasi Partisi” kendini feshetti. 52 MDP'li milletvekilinin yanı sıra DYP'den ayrılanları da yanına alan Hür Demokrat Parti'yi kurdu Yazar. Lakin 1986'daki ara seçimlerde oyların yüzde 1,3'ünü alabildi. Yazar da “düşmanımın düşmanı dostumdur” misali HDP'yi ANAP'a iltihak ettirdi. Başbakan olamadıysa da sanırım iki kez bakanlık yaptıktan sonra köşesine çekildi.

Tansu çiller'i “çiller” yapan, hükümetler kurup hükümetler yıkan, bir dönemin en güçlü siyaset oyuncusu TOBB eski başkanı Yalım Erez'i de hatırlayalım. Peşpeşe gelen üç hükümette sanayi bakanı olmak kesmemişti Erez'i.. Meşhur MGK kararları için Bakanlar Kurulu'nda diklenerek “Bu bir muhtıradır direnelim ey arkadaşlar” demişti.. Sonra ne olduysa olmuş, çark etmişti. Kurulmasına önayak olduğu hükümeti 28 Şubat'a yedirenlerin başta geleniydi. üstelik Cumhurbaşkanı Demirel'in de ittirmesiyle “madem güç bende, başbakan da olurum” diye Hi-man'leyerek sahneye çıkmıştı.. Bu girişim siyasi hayatını bitirmeye yetmişti.. Kulaklara küpe. TOBB yöneticilerine gizli kapaklı Ankara siyaseti yaramıyor arkadaşlar. İTO Başkanı Sinan Aygün'ün başını da bu “Ankara siyaseti” yemedi mi?

Aslında direkman Hilmi özkök Paşa'nın “ne vardır ne yoktur derim” cümlesine girecektim.. Birden kendimi bu muhabbetin içinde buldum. Mehmet Yazar da bazı soruları “Ha-vet” diye kestirip atardı. Yani “hem evet, hem hayır” demekti. Gazeteci milleti “havet” üzerine çokça güzelleme döktürürdü. Laf Yazar'a girince Erez arkadan geldi işte, ne yapiim!

Hilmi Paşa'nın bir sözü daha var ki tiryaki sözlere pek meraklı bendenizi bahtiyar eyledi. Paşa, “iddialar mahkemeye taşınırsa tanıklık eder misiniz” sorusuna “Kasaptaki ete soğan doğramam” diye cevap vermişti ya.. “Doğmamış çocuğa isim koyulmaz” yahut “Dereyi görmeden paça sıvanmaz' gibi bir şey işte. Bu ara pek duyacağız atalar dedeler sözlerini. Kültür devamlılığı diye bir şey var değil mi arkadaşlar? Konu kasap, et, soğan falan olunca, İspanya'nın “Bask” bölgesinden bir halk sözünü hatırladım. Yan anlamlar katarsanız güncel olaylarla ilgisini bile kurabilirsiniz: “Dana olmaktansa kasap olmak iyidir.”


Yaşam doyumunuzu ölçtünüz mü?

Turizm sektöründe faaliyet gösteren “Toleyis Sendikası” bir araştırma yaptırmış. 5 farklı bölgede 28 konaklama işletmesinde çalışan 1228 kişiye yönelik araştırmada ilişki analizleri sonucunda “iş doyumu” ile “yaşam doyumu” arasında orta düzeyde pozitif yönlü bir ilişki saptanmış. Araştırmayı Dr. Sayım Yorgun, Aşkın Keser ve Gözde Yılmaz gerçekleştirmiş.

“Yaşam doyumu” kavramı 1960'ların başında ortaya çıkmış. Kişinin beklentilerinin gerçek durumla kıyaslanmasıyla ortaya çıkan sonucu gösteriyor. Bireyin yaşamında yer alan olgulara dayanarak, öznel iyi olmayı ve yaşam kalitesi hakkındaki ulaştığı yargıları temsil ediyor. Genel anlamda yaşam doyumu, bireyin iş yaşamı ve iş dışı yaşam alanını kapsadığı için, yaşam doyumunda bireyin iş yaşamından elde ettiği doyumun etkisi göze çarpıyor.

Araştırmada iş doyumu'nun yaşam doyumu'na yönelik etkisi ve iş doyumu'nun yaşam doyumu'nu açıklayabilme düzeyi araştırılmış. Yaş, cinsiyet ve eğitim düzeylerinin bu değişkenler üzerindeki etkisi ve farklılıklar ortaya çıkarılmış. İş doyumu'nun yaşam doyumu üzerindeki değişkenliği yüzde 13. 8 oranında açıkladığı saptanmış.. Sonuç: “İşletmelerde çalışanların iş tatminlerinin artması hem yapılan işin kalitesini hem de yaşam doyumunu artırıyor.”

1998'de yayımladığı “Küreselleşme sürecinde sendikalar ve Türkiye” isimli kitabını özümseyerek okuduğum Dr. Sayım Yorgun'la kısa bir sohbet de ettik. Bu araştırmanın Türkiye'de ilk olduğunu söyleyen Dr. Yorgun'un bazı tespitlerini paylaşmak istiyorum:

“Toplumsal çözülmelerin temelinde doyumsuzluk var. Eğer çalışanlar yaşadıkları ortamdan mutlu değillerse bu beklenmedik sonuçlara, travmalara yol açar. Asıl toplumsal travmalar buralarda ortaya çıkıyor. On yıl aynı ortamda mutsuz yaşayan birini gözlerinizin önüne getirin. İş doyumu, yaşam doyumunu da, üretimin/hizmetin kalitesini de artırıyor.. İş hayatı sosyal boyutunun yanı sıra maddi boyutu da olan birşey. Bu tür araştırmalara öncelik verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu bir anlamda çalışanların nabzını tutmak. Nabız düzenli atmıyorsa sorun vardır ve bu sorun halka halka iş yaşamı dışına da yayılır. Zamanında önlem almazsanız beklenmedik bir anda kalp krizinden gidebilirsiniz. İş ve yaşam doyumu arasındaki ilişki buna benzer.”

İlgilenenler yayımlanmış olan bu alan araştırmasını Toleyis Eğitim Yayınları'ndan edinebilirler.


“Demin kadın aradı söyledi senesi dört yıldan dokuz fakülte ediyor”

Erzincan'da hukuk öğrencilerine konuşan Anayasa Mahkemesi eski başkanı Tülay Tuğcu üniversitelerde başörtüsüne serbestiyet getiren yasa değişikliğinin laikliğe aykırı olduğunu savunmuş. Anayasa Mahkemesi'nin yetkisini aşarak iptal ettiği Anayasa değişikliği vardı ya, o işte. Eleştirmesine bir şey dediğim yok, eleştirsin. Ben de Bayan Tuğcu'dan farklı gerekçelerle eleştiriyorum.

Bayan Tuğcu'nun gerekçesi şöyle:

“Eğitim özgürlüğünün sınırları vardır. Onu çizen statü vardır. Siz benim eğitim özgürlüğüm var diye gidip 35 yıl hukuk fakültesinde okuyamazsınız. Belirli bir derse katılmak ve belirli bir süre içerisinde o fakülteyi bitirmek zorunluluğu vardır. O nedenle eğitim özgürlüğü olarak kabul etmemiz mümkün değil.”

Böyle teşbih de olmaz, misal de olmaz..

Tuğcu'nun hukuk felsefesi bakımından çıtayı iyice düşürdüğü kanısındayım. Recep İvedik'in Türkcell'in reklam filminde bir repliği vardır ki o muzipliği Yüksek Mahkeme'de yargıçlık yapmış bir şahsiyette görmek beni tebessüm ettirmedi, acı acı düşündürdü.. çünkü hukuk, bizi anlık olarak keyiflendiren ve gülüp geçtiğimiz bir skeç değil. Recep İvedik, bir saatlik terapi seansının ücretinin 150 YTL olduğunu söyleyen psikiyatristine nasıl gürlemişti?

“Yuuhhh.. Demin kadın aradı söyledi, ben seni arasam dakikası sekiz kuruştan bir saati beş yetele bile etmiyo!”

Hukuk öğrencileri önünde Recep İvedik olsa şöyle konuşurdu:

“Ne yani sen şimdi gidip eğitim özgürlüğüm var diyerekten otuz beş yıl huguk fagültesinde okuyabilir misin. Yuhhh.. Demin kadın aradı söyledi, senesi dört yıldan dokuz üniversite eder.”

İnsan hakları hukukunda kuramsal değişimlerin yaşandığı bir çağda, hak ve özgürlüklere getirilen kısıtlamaları Recep İvediksel bir içerikle açıklamak hukuksal zekamızın fakirliğini gözler önüne sermiyor mu?

Bayan Tuğcu'nun espri yaptığını düşünerek rahatladım..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi