Faruk Köse

Faruk Köse

İlkeli insan

İlkeli insan

Bireysel ve toplumsal uyuşukluğun temelinde “ilkesizlik” yatar. Sorunların temel kaynaklarından biri de insanların, genelde yollarını çizerken, hayatlarına yön verirken “ilkeler”den hareket etmemeleri yatar. İnsanlar, hep bir “ana tema”dan hareketle hayatlarını düzenleme eğilimindedir. İşte bu noktada, “olması gereken ana tema nedir?” suali çıkıyor karşımıza.



Yani “insanlar, aslında neye göre tutum ve davranışlarını belirlemelidirler?” derseniz, bu ana temanın adının “ilke” olduğunu söyleyebiliriz. Aslolan “ilkeli olmak”tır. Nasıl ki sorunların ana kaynaklarından biri “ilkesizlik” ise, çözümlerin, daha doğru bir tabirle sorunlarla asgari düzeyde karşılaşmanın ana kaynaklarından biri de “ilkelilik”tir.

İlkeli insan; “iç şartlar”ını zaten yoluna koymuştur, bu arada “dış şartlar” ve karşılaşacağı hadiseler ne olursa olsun, varlığının ve güvenliğinin temeline değişmeyen, eğilip bükülmeyen, her durumda geçerliliğini koruyan doğru ilkeleri koymuştur. “Hayatına yön veren doğru ilkeler”i, hayatındaki “deneyimler”i ve başka insanların “tecrübeler”i aracılığıyla güçlendirmesini bilir. Hareket merkezine koyduğu “doğru ilkeler”i hem kendini “değiştirme”, hem de “geliştirme” ölçüsü olarak görür. Çıkarlarını ilkelerine bağlılıkta gördüğünden, ilkelerine aykırı hiçbir şeye tevessül etmez; zira bunu, varlığının güvenliğine en büyük tehdit olarak kabul eder. Doğru ilkelere sahip insan, bu ilkeler sayesinde kendi gelişme düzeyini görür, böylece daha fazla öğrenmek için bilgi ve anlayış düzeyini yükseltir. İlkeli insan, iş ve gidişlerinde kendine tam olarak güvenen insan olduğundan, sorunlarını da kararlılıkla ve etkin bir biçimde çözüme kavuşturur.

İlkeli insan; “gayesi”ni bilen, “hedefler”ini tesbit eden, “nereye gitmek istediği”nin farkında olan ve bundan da önemlisi, “varmak istediği noktaya nasıl erişeceği”ni bilen insandır; onun pusulası, ona rehberlik eden “ilkeler”idir. Bu ilkeler sayesinde “doğru ve verimli kararlar” alabilir, kararlarını “uygulanabilir ve anlamlı kılan sağlam veriler”e ulaşabilir, bunları “etkili” bir biçimde kullanabilir. Kendini “olayların, durumların, duyguların ve şartların akışı”na kaptırmaz; bunların uzağında durmasını ve bunlara hakim olarak “hayatının dengesi”ni kurmasını bilir. Gerek aldığı kararlar, gerekse bu kararlara dayalı olarak yaptığı hareketler, hem uzun ve hem de kısa vadeli “düşünceler”ini ve onlara bağlı olan her şeyi yansıtan verimli sonuçlardır. Hangi durumdu olursa olsun, aldığı kararları ve icra ettiği eylemleri, “ilkelere bağlı vicdan”ına dayandırır, “en iyi seçenek”i bulur ve bunu da “bilinçli olarak” belirler.

İlkeli insan; “uzun süreli sonuçlardan oluşan ve geniş bir hayal gücünü içeren yargılar”a sahiptir. Kanaatleri “akıllıca bir denge”yi, “sükûnet içinde bir güven”i yansıtır. Her şeyi “başka türlü” görebilir, “üçüncü seçenekler”i de hesaba katar ve bulur, “farklı biçimde düşünme”yi becerir ve öylece de davranır. Dünyaya, etkili ve tedbirli yaşamak için gerekli olan “temel bir paradigma” aracılığıyla bakar. Sadece kendini düşünmez, içinde yaşadığı dünya ve birlikte yaşamak zorunda olduğu “insanlar için neler yapabileceğini de göz önünde bulundurur.” Kendi varlığı ve gücü için “başkalarının güçlenmesi”nin de gerekli olduğunu bildiğinden, buna yönelik çalışmalar içindedir. Kendi yaşadığı veya başkalarının edindiği olsun, “hayatın bütün deneyimleri”ni, “yeni ve daha güzel şeyler öğrenmek” ve “mutlu bir hayata katkıda bulunmak” için ele geçen fırsatlar olarak yorumlar.

İlkeli insan; “güçlü insan”dır. O, gücünü sınırlandıran şeylerin, sadece “doğal yasalar”ı ve “doğru ilkeler”i anlayış ve izleyiş tarzı ile “ilkelerin kendi doğal sonuçları” olduğunun da çok iyi farkındadır. Onun için asıl olan ilkelerdir; bu nedenle başkalarının tutumları, davranışları ve hareketleri onu fazla kısıtlamaz; hele ilkelerini çiğnemesini hiç sağlayamaz. “Eylem yeteneği” kendi öz kaynaklarının kat kat üstündedir. Başka insanlarla “verimli ilişkiler kurma”sını, işler yapmasını çok iyi bilir. Kararlarını ve hareketlerini “mevcut şartlar”a göre kısıtlamaz, bunlardan olumsuz etkilenmez.

Eğer insan hayatının merkezini doğru ilkeler üzerine oturtursa, güçlü, verimli, mutlu ve sorunların üstesinden gelebilen bir hayatın temellerini de atmış demektir. Zira “ilkeler, hayatın can damarları”dır; bunların geçerlilikleri, başkalarının davranışlarına, çevreye ya da geçici güncel heveslere bağlı değildir. “Doğru ilkeler, sınırları genişletebilmeyi, darlıkları bollaştırmayı, yoklukları zenginleştirmeyi, eksiklikleri tamamlamayı sağlayacak kaynaklardır.”

Eğer hayatımızın merkezine “insan fıtratına uygun temel ilkeler”i yerleştirirsek, “sorunlar yumağıyla örülmüş dünya”da sorunsuz hayatın temel paradigmasını oluşturmuş oluruz. Unutulmamalıdır ki, insanların paradigması, aslında kendi tutum ve davranışlarının biçimlendiği kaynaktır. Bu kaynağın doğru olarak kullanılması, bireysel ve toplumsal sorunları önlemenin ve var olanları da çözmenin zeminini hazırlayacak ilk ve öncelikli tedbirdir. Bundan sonra yapılacak olan her şey, bu ilkelere dayalı olarak yürütülürse sonuca ulaştırır.

“İlkeli hayat”ın sorunları, “ilkesiz hayat”ın çözümlerinden daha zararsızdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Faruk Köse Arşivi