Yitik çalışkanlık
Bu kalkınmalar, 17. Büyük dünya gücü olmakla yetinmeyip ilk 10un arasında yer almayı hedef almalar, bu yüzden de başımızın derde girmesinin tercümesi nedir?
-Çalışkanlığımızı arıyoruz.
Türkiye, Avrupa Birliğine girmek isteyince içerde çok münakaşaları oldu, Hıristiyan kulübü de dendi, rüya iklimi de. Dışarıda ise biteviye bekletildi, halen de bekletilmekte. Sanılmıştı ki NATOya alındığımız gibi alınacağız. Öyle değil. NATOnun diyetini ödedik. Koredeki Pusan Şehidliği NATOnun bedelidir. AB için bedel ödenmedi. Ama bu açıkça söylenmiyor, siz, Avrupalı değilsiniz! deniyordu. Demirkapı önünde bekletilme halen de devam etmekte. Bu itirazı seslendirdiklerinde o garplı münevverlere şunu izah etmeye çalıştık:
-Hayır, biz 1352de Süleyman Şahın sallarla Rumeliye geçişinden beri Avrupalıyız!.. Tezimiz tuttu, devlet de bunu kullanır oldu.
Ne var o doğrunun öncesi de var. Rumeli gerçeği, büyük resmin bir parçası. Diğer ve daha eski parçayla resmi tamamlayabiliriz:
-Biz, Endülüsten, yani Tarık bin Ziyadın sekizinci asrın hemen başında İspanyayı vatan tutmasından beri Avrupalıyız!!!
Bu ne demektir?
Önce İberik Yarımadasından, sonra da Balkan Dağlarından Avrupa içlerine girerek kupkuru bir kıtaya medeniyet aşısı yaptık. O aşı, yani İslam Medeniyeti güzelliği, 1960 Başlarında Müslüman Türk işçilerinin Avrupaya çalışmaya gitmesiyle de devam etti. Türk işçileri, Viyana misyonunu tamamlayan, Hilalin iki ucunu birleştiren akıncılardır. Avrupalı hadisenin farkında olduğu için sokakları nankör afişlerle kirletmekteler.
Tarık bin Ziyad ve Süleyman Şah tezlerini sahiplenmek için peşin hükümleri aşarak tarihle barışmak, ümmet fikri ve ümmet hakikatini tanımak iktiza eder. Ümmet, hakikatini kabul etmeden, tek başına Kürt realitesini tanıyarak bölücülük zehirine panzehir yapılamaz.
Tarık bin Ziyad, İslamiyet henüz birinci asrını bile ikmal etmeden, evladu iyaliyle vedalaşmış 7 bin mücahidle, Süleyman Şah da evladu iyaliyle vedalaşmış bir avuç gözüpek yiğidiyle Avrupaya medeniyet götürmek için girmişlerdi. İki hareket arasında altı buçuk asır vardı, fakat altı karış gaye farkı fark yoktu.
Onlarda ideal hep aynıydı:
İlayı kelimetullahı hükümran kılmak, insanı iki dünya saadetiyle buluşturmak.
Çünkü, o güzel askerler, Peygamberler Peygamberinden ilham alıyorlardı. Sevgili Peygamberimiz -aleyhisselam- 23 yıl gibi bir kısa zamanda bir yüksek medeniyeti inşa etmişti. Peygamberimiz için gece-gündüz, yaz-kış, tatil farkı yoktu.
Şimdilerdeyse pazartesi sendromu denerek tembelliklere tembellik eklenmekte. Son asırlardaki en büyük kaybımız, çalışkanlığımızdır.
Çalışkan bir Peygamberin tembel ümmeti olmak hazmedilemez.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.