Ömreyi, bu zevki tadanlara sormalı...
Dünyada en güzel, en tatlı, en mukaddes yolculuk hac ve ömre yolculuğu. Bu yolculuk, maddeten sıkıntılı olsa da tatlı, rahat geçse de. çünkü ibâdette çekilen sıkıntılarda bile sevap tatlılığı var...
Mukaddes topraklara gidenleri, “Bir defa gitti artık. Defalarca gitmenin ne mânâsı var” diye tenkit edenler, kendileri de gittikten sonra dilleri tutuluyor, bir daha bu sözü söyle(ye)mez oluyorlar. çünkü, hac ve ömre insana tiryakilik veriyor. Her giden bir daha bir daha gitmek istiyor...
Bu hazzı yaşamadıkları için bilmeyenler, şunu düşünürlerse anlamaya biraz yaklaşabilirler:
Mekke de Medine de birer sâhil ve tatil beldesi değil. Yeşillikler, ağaçlar içerisinde, şırıl şırıl suların aktığı, püfür püfür ılık ve tatlı rüzgârların estiği bir yer olmadığı gibi, deniz kenarında, maddeten güzel manzaralı, insanın baktıkça bakacağı, gezdikçe gezeceği gelen maddî güzelliklerle bezenmiş yerler de değil. Maddî güzelliği olmayan, insanı yakıp kavuran oldukça sıcak yerler. Medine düz ve etrafı dağlarla çevrili, Mekke ise daş ve kayalardan meydana gelen dağ ve tepelerin arasında birer şehir...
Buna rağmen, ne oluyor da bir sene değil beş sene değil, bir kişi değil beş kişi değil, asırlardır milyarlarca insan bütün zorlukları bile bile oralara akın ediyor? Ve niçin tekrar tekrar gitmek istiyor?..
çünkü, serin dağ başlarında, yeşillikler arasında, ılık rüzgârlarda ve deniz kenarlarında bulunmayan, bulunması da mümkün olmayan ve tadına doyulmayan zevkler var o topraklarda...
Olmasa, yanıp kavrulmak pahasına niye gitsin bu kadar insan oralara! Zorları ne! Hepsi deli mi! Şimdi, ömreye dönelim ve gitmiş olanların sinir uçlarını uyandırıp onlara yeni bir “âaah” çektirelim:
İhramlar içinde ömre için yoldasınız. Lebbeyk Allâhümme Lebbeyk... diye diye Mekke’ye yaklaşıyorsunuz. Mümkünse gusül abdestiyle, değilse normal abdestle mukaddes şehre giriyorsunuz. Eşyalarınızı otelinize bırakır bırakmaz tek hedefe Harem-i Şerif’e yöneliyorsunuz...
O sırada farklı bir heyecan içindesiniz. Kâbe’yi ilk defa göreceksiniz. Ve Kâbe’yi ilk görüşte yapılan duâlar kabul ediliyor. Harem-i Şerif’e giriyoruz. Kâbe’yi bir an önce görmek için acele etmiyoruz. En rahat bir şekilde görebileceğimiz yere kadar kafamızı kaldırmıyoruz. Onun için gözlerimiz yerde... Nihâyet, Kâbe’nin karşısına geliyoruz ve Allâhü Ekber diyerek kafamızı kaldırıp Kâbe’ye bakıyoruz. Bu yolculuğun ilk heyecanlı noktası işte bu an...
Bu heyecan, bu ilk görüş, göz pınarlarının musluklarını kontroldan çıkarıyor...
Allah’ın kulları, Allah’ın beytinin önünde, Allah’ın Resûlünün “Kâbe’yi ilk görüşte yapılan duâlar makbuldür” sözüne uyarak, göz yaşları içinde Allah’a el açıyor, af diliyor ve isteyeceğini rabbinden istiyor da istiyor... Dakikalarca süren bu isteyişte kim bilir kimler nelere, ne mânevî derecelere kavuşuyor... Ondan sonra Kâbe’nin etrafında, meleklerin yaptığının aynısı yapılıyor: 7 defa dönüş yani tavaf. Tavaftan sonra doya doya, iliklere işleyene, kemiklerin arası dolana kadar zemzem içiyorsunuz...
Tavaf namazının arkasından sa’y; Safâ ile Merve arasında 4 gidiş üç geliş. Ve ömre tamam... Arzu ederseniz, 2 rek’at şükür namazı kılarsınız. Tıraş olup ihramdan çıkar, normal giyeceklerinizi giyersiniz. Bundan sonrası serbest. İsteyen istediği şekilde ibâdetine devam edebilir. Tavaf, dünyada sadece Kâbe etrafında yapılabiliyor. Onun için burada en sevap ibâdet tavaf, sonra namaz. Yorulup ibâdet yapamaz hale gelenlerin oturup Kabe’ye sadece bakmaları bile ibâdet. Mekke’de başka ziyaret yerleri de var: Peygamberimiz’in doğduğu evin yeri, Hazreti Hatice (r.anhâ) Vâlidemiz’in ve birçok sahâbî ve diğer İslâm büyüklerinin medfun bulunduğu Cennetü’l-Muallâ kabristanlığı, Peygamberimiz’in cinlere İslâmı tebliğ ettiği Cin Mescidi, bir ağacın köküyle beraber Peygamberimiz’in isteği üzere yerinden sökülüp Peygamberimiz’in huzuruna geldiği ve tekrar yerine gittiği yerdeki Mescid-i Şecere/Ağaç Mescidi, Hira ve Sevr Mağaraları’nın bulunduğu yerler, Arafat, Müzdelife, Mina...
Değerli okuyucular! Geçen yazımızda ömreden bahsedip bitirmek istemiştim, olmadı. Başladık, yarı kalmasın bari diye bu yazıda bitirmek istedim, yine olmadı. Ve baktım ki, daha anlatacak çook şey var. Meğer size denizi bardakla sunmaya kalkışmışım. Bitmez tabii... Bu mukaddes yolculuk, “Anlatmakla olmaz, yaşanması lâzım” denilen şeylerin başında geliyor. İlle de yaşanması lâzım. En iyisi, gitmeyenler için ilk fırsatta o tarafa yönelmek... Dünyanın hayhuyu bitmez. Bugün Ergenekon olur, yarın başka bir şey. Onlar oladursun, biz yönümüzü kıbleye, kalbimizi Rabbimize çevirelim. Gerisi olsa da olur olmasa da...