Devlet otoritesi ve mahremiyet
Konu güncel değil, ama günü de, geleceği de ilgilendiriyor. Geçtiğimiz Haziranda yazmak için not almıştım, lakin gündemin yoğunluğundan bugüne kaldı.
George Orwellin Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı kitabını bilirsiniz. Orwell, devlet aygıtının ulaştığı/ulaşacağı noktayı alegorik bir anlatımla resmeder. İnsanlar, devlete egemen olan parti tarafından sürekli izlenmektedir. Bu totaliter merkezi parti yönetimi, korku, propaganda ve beyin yıkama ile halkı ve hayatı manipüle etmektedir. Yönetimin başındaki Büyük Birader, her şeyi ve herkesi Düşünce Polisi vasıtasıyla kontrol altında tutmaktadır. İnsanları ve hayatı kontrol etmek için her yere dev ekranlar konulmuştur. Bu ekranlarla hem halkı yönlendirmek için yayın yapılmakta, hem de etraftaki ses ve görüntüler merkeze aktarılmaktadır. Büyük Biraderin Düşünce Polisi, Devletin ve devleti sahiplenen Partinin belirlediği düşüncelerin dışına çıkarak düzeni sorgulayanları izler, yakalar ve beyinlerini yıkar; düşüncelerini yeni bir dille biçimlendirir. Bu öyle bir dildir ki, insanları parti nasıl istiyorsa o şekilde düşünmeye ve düşüncelerini bu şekilde ifade etmeye şartlandırır. Kavramların anlamları üzerinde oynanır, kanaatler çiftdüşün yöntemiyle karmaşıklaştırılır. Mesela egemen partiye göre savaş barıştır, özgürlük köleliktir, cahillik güçtür; böylece kavram kargaşası ile fikri duruş bozulur.
Bu yazıda, Orwellin kurguladığı izleme ağının bugün geldiği noktaya dikkat çekmek istiyorum. Zira böyle bir izleme ağı artık ütopik olmaktan çıkmıştır. Nitekim, 23 Mayıs 1999da, o zamana kadar kimsenin varlığından haberdar olmadığı bir izleme sisteminden söz edilmeye başlanmıştı. ABD ile İngiliz Milletler Topluluğu tarafından kurulan Echelon adlı elektronik izleme sistemi, küresel ölçekte kullanılmakta ve iletişimle ilgili her konuda dünya izlenmektedir. Bu tarihten çok daha önceleri, 1960da Rusyaya iltica eden olan ABD Ulusal Güvenlik Dairesi görevlileri Bernon Mitchell ve William Martin, daha o günlerde en az 40 ülkenin aktif olarak dinlendiğinden, yeryüzünün değişik yerlerine kurulu en az 2 bin dinleme istasyonundan söz etmişlerdi. Nitekim Avrupa Birliğinin 1988de yayımladığı istihbarat raporu, Avrupadaki iletişim cihazlarının yüzde 90ının Echelon sistemi ile izlendiğini belirtiyordu.
Bütün bunlar, devlet otoritesinin nereye vardığını, egemen güçlerin insanlığı nasıl da kontrol altına aldığını göstermesi bakımından önemli. Konunun ülkemizle alakalı kısmına gelince...
Geçtiğimiz Haziranda basına yansıyan bir haber, halkı bütün mahremiyetlerine kadar izlemek için Türkiyenin de izleme-takip sistemleri kurmakta olduğunu gösteriyordu. Habere göre, T.C. kimlik numarasında devrim yapılacak, kimliğe elektronik şerh gelecekti. Kişiler, T.C. kimlik numaralarına konulan elektronik şerhle her ortamda takip edilecek; mesela tapuya, hastaneye, SGKya, vergi dairesine, evlenme dairesine, belediyeye, Nüfus Müdürlüğüne, hülasa T.C. kimlik numarası sorulan her nere varsa oraya uğrayanlar, sistem tarafından anı anına takip edilecekti.
İşin vahim yanı, bu izleme sistemine ilişkin çalışmaların, emniyet birimlerindeki üst düzey görevlilerin denetiminde yapılıyor olması. Anlıyoruz ki, sadece güvenlik endişesi taşıyor; kimsenin özgürlük ve mahremiyeti hesaba kattığı yok. Eğer olsaydı, sistemi kuran ekipte hukukçu, sivil toplum temsilcisi, insan hakları gönüllüsü, siyasetçi vb. de olmaz mıydı? Meselelere sadece asayiş penceresinden ve güvenlik endişesiyle bakan bürokratların hazırladığı bir metinden özgürlük çıkar mı sizce? Üstelik de bu konuda sicili pek temiz olmayan Türkiyede...
Konuya ilişkin yaptığı açıklamada Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, siber güvenlik konusundaki çalışmaların yakında sonuçlanacağını belirterek, Ne oluyor, ne bitiyor, kim nereden ne film çeviriyor bunu takip edecek kapasitede bir yapılanmaya gidiyoruz diyordu. Böylece Büyük Biraderin herkesi izleyeceği bir sistemin kurulduğu beyan ediliyordu.
Devlet otoritesi, mahremiyet sınırlarını çiğnemede hiçbir sınır tanımıyor; kurulan sistemlerle, izleme aygıtlarıyla mahremiyet kalmıyor. Havaalanlarına konulması düşünülen (belki de konulmuştur) insanı çıplak gösteren X-Ray cihazları ve benzeri uygulamaların insan mahremiyetini yok ettiğini, bu nedenle de İslami ahlâka galiz biçimde aykırı düştüğünü hatırlatmama gerek yok. Beyin kontrolü, düşünce okuma, telepatik etkileme yöntemleri, hipnoz, televizyon yayınları ve 25. Kare muhabbetleri vs. Bunlara Mobese, EDS, mobil telefonlar, kredi kartları ve benzerlerini de eklediğimizde, çağdaş dünyada insanların nasıl da bazı efendilere köle yapıldığını, nasıl da hücrelerine kadar kontrol edildiğini görebiliriz.
Anlaşılan, Devletçe tamamen kontrol edilebilir bireyler oluşturulmak isteniyor. Özgürlük ve mahremiyet nereye konuyor peki?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.