“Kırşehirli yerel sanatçı Neşet Ertaş’ı dinlediniz”
Evet...
Ben dinledim...
Bütün hissiyatımla, acısıyla, tatlısıyla, kahrıyla, toprak kokusuyla, Neşet Ertaş’ı dinledim; hâlâ dinliyorum. O, bana vereceğini verdi ve vermeye devam edecek...
O, 25 Eylül 2012 günü, beden emanetini toprağa, ruhunu da sahibine teslim etti. “Çal lan cingan oğlu” hitabından devlet törenine giden yolun yolcusuydu Neşet usta. O, bu yolda tek değildi aslında.
Onun yolculuğu, Cumhuriyet döneminde reddedilen çarıklıların da yolculuğuydu. Birkaç gündür, televizyonlarda Neşet usta belgesellerini seyretmiş, gazetelerde, hakkında yazılanları okumuşsunuzdur. Ne çileli bir hayat!...
Neşet Ertaş’ın hayatı böyle mi olmalıydı ve onun sesi sadece Türkiye’de mi yankılanmalıydı?...
Bu cumhuriyet, Neşet Ertaş’ı taa başta keşfedip ona zamanında sahip çıksaydı, Ertaş, şimdi dünya çapında bir sanatçıydı. Hem sadece, Türkiye’nin değil, bütün Doğunun sesi olurdu. Olmadı!... Olamadı!... * Bizim kuşağın, Neşet ustadan dinlediği ilk türkü “Köprüden geçti gelin”dir.
9 koma’lı sazı ve hafif buğulu sesi ile farklı gelmişti bizlere. Birbirinden habersiz yüz binler sevmişti o sazı ve sesi. Devir “aranjman”lar ve “Türkçe sözlü hafif müzik” devri idi. Sözlerini anladığımız ama ezgisi bize hiç hitap etmeyen, bizim tınımız olmayan müziklerin piyasayı kapladığı yıllardı.
Neşet ustanın sazı ve sesi, yabancı duygularının pazarlandığı çölde, bizim için bir vaha olmuştu. Arada sırada radyoda dinlerdik ustayı. Hiç unutmam... 1970 idi galiba... Üzüm kesimi zamanıydı. Bir sabah güneş henüz doğmuştu ve üzüm bağına, rahmetli Bahri ağabeyimin şirketinin kamyonetiyle Kocalar Deresi’nden gidiyorduk. Kamyonetin kasasındaydık. Radyo benim kucağımdaydı ve türküler çalınıyordu.
Dağın gölgesi henüz dereye düşerken ve toprak buharını hafif hafif havalandırırken Kocalar Deresi’ne girdik. Tam o sırada Neşet Ertaş, “Seher vakti çaldım yârin kapısını” türküsünü çalıp söylemeye başladı.
Türkü dere boyu sürdü. Zaman ve mekânla örtüşen o türkü ve o ses hiç çıkmadı zihnimden. O yıllarda, Kırşehir’den Turgutlu’ya tuğla fabrikalarında çalışmaya gelenler olurdu. Aralarından bazıları ile dernekte beraber olurduk. Bi İsmail vardı... Saz çalar, türkü söylerdi...
Tıpkı Neşet usta gibi çalıp söylerdi. Ne de olsa aynı toprağın çocuklarıydı ikisi de... 1974 veya 75 olabilir. O zamanlar, İzmir Fuarı’nda gazinolar vardı. Bir gazinoda Neşet Ertaş da sahneye çıkıyordu. Ben ilk defa ustayı canlı olarak orada dinledim. Sonraki yıllarda da dinledim elbette ama ustayı 1980’lerden 2000’lere kadar radyolarda dinleyemedim.
Meğer o yıllarda rahatsızlanmış ve Almanya’ya gitmiş. 2000 yılıydı galiba... Bayram Bilge Tokel dostumuz, Kanal 7’de Gönül Dağı
programında, Neşet ustayı misafir etti. Sonra başka TV kanallarında da gördük. Belgeselleri ve sevgili Bayram’ın kitabı yayınlandı. Bir yandan da Kalan Müzik, kasetlerini CD’lerini yayınlamaya başladı. Usta dönmüştü ve tekrar fırtınalar estirmeye başlamıştı. O yıllarda bir Ankara ziyaretimden dönerken, 4 kasetini de almış, birkaç hafta o kasetler dinlemiştim. O ses, o bağlama, o türküler, benim ilk gençlik yıllarımdı. İçimizin bir türlü ısınamadığı “aranjman”lardan kaçıp sığındığım kuytulardı... Ama pasif kuytular değil, bozlak çığlığıyla, isyanımızı haykırdığımız kuytulardı. Bu halkın her şeyinin hor görüldüğü yıllarda, bizim sığınağımızdı Neşet Ertaş. Söyledikleri elbette aşk idi, firkat idi, gariplik idi ama o bizim için bir isyandı. O isyan sesi olmasaydı, bu toprağın türkülerinin sesi kaybolurdu. Hiç kimse yokken o vardı çünkü... Neşet usta artık yok... Ama tutuşturduğu meş’ale her tarafta alev alev yanıyor. Ruhun şâd olsun Neşet usta!... Bu meş’ale sönmez artık...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.