Kaybolan hedef
Türkiyeyi idare edenlerin de bildiği üzere, ülkemizin çözüm bekleyen onlarca, belki de yüzlerce sıkıntısı var. Bu sıkıntıları aşmak için de dışarıdan olumlu destek almak durumundayız. Nasıl ki ekonomik krize karşı dışarıdan yatırımcı davet ediyoruz, aynı şekilde daha hür, daha zengin ve daha demokrat bir ülke olmak için siyasî yatırımcıları da davet etmeliyiz.
Bunun bir yolu da Avrupa Birliğine üyelik yolunda ilerlemektir. Türkiyeyi idare edenler, AB üyelik hedefinin bir devlet politikası olduğunu yıllar önce millete ilân etmişlerdi. İnişli çıkışlı da olsa bu hedefe doğru yüründü. Ancak son yıllarda bir yandan hedefin bu olduğu ifade ediliyor, öte yandan da AB olmasa da yolumuza devam edilir deniyor.
Elbette AB olmasa da yola devam edilir, ama hangi yola? AB hedefi olmadan ekonomik ve siyasî hedeflere ulaşmanın zor olduğunu bugünkü idareciler de biliyor. Hatta bunu ifade eden ve Dışarıdan destek/ ikâz/ baskı olmadan demokratikleşmeyi tamamlayamayız diyen bakanlar bile var. Türkiyenin yakın tarihi de zaten bunu gösteriyor. Ne zaman ki AB hedefi gündemden çıkmış, darbe yemişiz. 12 Eylül ve 28 Şubat süreçlerinin yaptığı ilk işin, AB sürecini rafa kaldırmak olması tesadüf müdür?
Darbeye teşebbüs edenlerin ceza alması sonrasında bile Artık darbe ihtimali sona erdi mi? sorularına gönül rahatlığıyla Evet, sona erdi! diyenlerin olmaması da ayrıca dikkat çekici değil mi? Tabii ki burada asıl problem, darbeci üreten eğitim sistemidir. Bu temel meseleye el atılmadan darbe tehdit ve tehlikelerinin bertaraf edilmesi kolay değildir.
10 yıl, 20 yıl ya da 50 yıl sonrası ile ilgili hedefler çizen yöneticilerin AB üyelik hedefinden bahsetmemesi hayra alâmet değil. Keşke müteharrik-i bizzat/ hareketi kendinden olsak da kendi işimizi kendimiz yapabilsek. Avrupa üflüyor, biz oynuyor isek, dünya şartlarını dikkate alarak adım atmak durumundayız.
AB üyelilk hedefini gündemden çıkarmak en çok Darbeci yetiştirmeyi hedef alanların işine yarar. O halde kendi ayağımıza kurşun sıkmanın bir anlamı yok. Darbe tehdit ve tehlikelerinden arınmak ve daha hür bir ülke olmak için adımların doğru istikamette atılmasına ihtiyaç var.
Bir çelişki de işi AB üyelik sürecini kısaltmak olan yöneticilerin tam aksi yönde beyanlarda bulunmasıdır. Sanki muhalefet lideriymiş gibi her iki konuşmasından birinde AB işine baksın, bize karışmasın. Onlar bize yalvarsın. Onlar batıyor, biz daha iyi durumdayız. Ankara Kriterleriyle yolumuza devam ederiz gibi görüşler ortaya koymak Türkiyenin menfaatine midir?
Türkiye daha hür, daha adil, daha demokrat olmak mecburiyetindedir. Dünya şartlarına bakıldığında bu yolun, Kopenhag Kriterlerini yakalamakla kolaylaşacağı ortada. Ya başka bir yol olduğu isbat edilsin, ya da kendimize zarar verecek atışlar yapmaktan vazgeçelim.
Elbette AB içinde de Türkiyenin üyelik yolunu kapatmak isteyen mayıncılar vardır, ama bunlarla mücadele ederken Dağa küsen tavşan konumuna da düşmemeliyiz. Üye olmuyorum. Yeni bir yol buldum. Siz bana yalvarın. Hepinize küstük dersek bundan kim istifade eder? Türkiyenin ABye üye olmasında elbette ABnin de menfaati vardır, ama onların menfaati bizim menfaatimizden daha mı çoktur? Türkiye ABye küsse, AB mi daha çok zarar eder, milletimiz mi? Gereksiz böbürlenmelerle ilişkilere zarar vermemek gerekir.
AB yöneticileriyle kavga ederek, onlara karşı böbürlenerek Bir Türk dünyaya bedeldir, haydi haydi ABye de bedeldir demek suretiyle düzlüğe çıkmak mümkün değilse kendimize gelelim. İki tarafın da kazanacağı bir ortaklıktan niçin kaçalım ki? Şimdiye kadar kötülükler içimize girdi, geriye kalan iyiliklere mi kapıları kapatacağız?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.