İyi bir YÖK yasası için
Esas konuya girmeden söyleyelim: YÖK Başkanı Sayın Çetinsaya, Temmuz ayındaki bir demecinde, akademisyenler için “Sonbaharda müjdem var.” demiş ve akademyaya bir ümit vermişti.Sonbaharın bitmesine az kaldı ama henüz “ümid”in “ü”sünü bile göremedik. Üniversiteler hâlâ müjdeyi bekliyor Sayın Başkanım.
Şimdi üniversite kanununa girebiliriz…
Valla iyi bir üniversite yasasının hazırlanabilmesi için, bu işi akademisyenlere değil; akademya dışı entelektüellere havale edeceksin. Veya akademyada olup da sadece üniversite vizyonu endişesi olanlardan görüş alacaksın. Bunlar, üniversite zihniyetinin genel çerçevesini çizecek, üniversitelerin ufkunu belirleyecek; teknik ekip de bunların dediklerini yasa tekniğine dönüştürüp hayata geçirecek.
Şimdi biz ne yapıyoruz?... Mevcut kanun çerçevesinde düşünüyor ve daha çok mevcut kanunun verdiği sıkıntılardan kurtulma korkusuyla bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. “Yapmaya çalışıyoruz” demem de lafın gelişi… Çerçeve tasarıyı ve ideal YÖK kanununu pek umursayan yok… Konuşanlar da ya mevcut yasa ve teklif edilen çerçeve taslaktan bakıyorlar veya kendi menfaatleri açısından. “Yasa değişirse durumumu koruyamam.” diyen pek çok akademisyen biliyorum.
Bugüne kadar hiç üniversite vizyonu meselesi olmayan insanların hazırlayacağı yasa, mevcudun iyileştirilmesi kaygısından öte bir anlam taşımaz. Kimse kusura bakmasın; çerçeve tasarı da, mevcut kanunun sıkıntılarını izâle etme kaygısından başka bir kaygı taşımıyor.
Bakmayın milletin 30 yıldır yasadan ve YÖK’ten müşteki olduğuna… Tribünlere oynama bunun çoğu… Bir araya geldiklerinde, bu milletin ideal veya ideale yakın üniversite kanunu tartıştığını mı zannediyorsunuz?... Kimsenin tartıştığı falan yok… Boş boş konuşanlar, sadece eleştirenler mebzul mikdarda ama dedikleri sadra şifa şeyler değil; kendini avutma ve güya “eleştirerek adam sayılma”dan öte bir anlamı yok. Son zamanlarda “Arkadaş, rektör seçimleri üniversiteyi bitirdi. Seçime gerek yok!… Rektör atamayla gelmeli!” diyenlerin dışında hiç kimsenin “Şu şöyle olmalı” dediğini görmedim. Herkes kaptığı mevziden memnun ama yarın için hiç kimsenin bir projesi yok. Herkeste bir “alışılmış yorgunluğu ve ufuksuzluğu” var.
“Kritik kütle”si olmayan böyle bir kitleden iş çıkmaz.
Sayın YÖK Başkanı da gayet iyi niyetli ve sâfiyâne bir şekilde, “Tartışılsın… En iyiyi bulalım…” endişesiyle çırpınıyor. İnşallah çırpınışları bir işe yarar da hayırlı sonuçlar alırız ama maalesef benim ümidim yok.
***
Çerçeve tasarıda en beğendiğim husus, üniversiteleri tek tipleşmekten kurtarma düşüncesidir. Buna bağlı olarak “esneklik ve özgürlük” düşüncesinin de işlenmesi isabetlidir ama bunlar makro ölçekte düşünülen şeylerdir. Tek tipleştirme ve standardize etmenin bir de mikro ölçekteki sıkıntısı var.
Biliyor musunuz, üniversite bünyesinde faaliyet gösteren her akademisyen, aynı yönetmeliklere uymak mecburiyetinde. Mesleğe daha dün başlamış, verimliliği sınanmamış bir akademisyenle, yılların tecrübesini yaşamış ve her açıdan sınanmış bir Profesör, aynı yönetmeliklere tâbi. Yani devlet, yılların Profesörüne, daha dün başlamış insan muamelesi yapıyor. Şimdi, yeni moda olan Bologna Süreci çerçevesinde, derslerin çıktıları da hazırlanıyor ya… Sistem, yolun başındakinden de, Profesörden de benzer çıktılar istiyor. O profesör, 4-5 maddelik çıktıya hapsolmaz; ders çıktısının kitabını yazar, kitabını!... Ama sistem, ders çıktısı açısından Profesörle dün başlayanı aynı standarda hapsediyor. Hadi, tek tipleştirme konusunda bir adım daha atalım ve mikro düzeydeki tek tipleştirmeden de kurtulalım!...
Öğrencinin tek tipleştirilmesine hiç girmeyelim…
Başa dönelim…
Verili alanın dışında çıkamayanlarla, sadece korkuları veya beklentileri çerçevesinde düşünenlerle, dinamik ve sinerji yaratan üniversiteler kuramayız. Üniversitelerin kurtuluşu ve rahatlaması, mahviyetkâr ve kendini aşmış, istikbal beklentisi olmayan bir “kritik kütle”nin teklifleri ve üniversitelerle ilişkisi olmayan entelektüellerin görüşleri ile sağlanır. Tabii “kritik kütle” tek başına bir şey ifade etmez; bu kütlenin yarattığı sinerjinin esas kitleye yansıması lâzım. Motorun ürettiği enerjinin, debriyaj kaçırmadan tekerleklere yansıması gibi yani… Debriyaj kaçırıyorsa, ki mevcut durumda kaçırıyor, bu üniversite tekerleği dönmez. YÖK’ün bu enerjiyi esas kitleye yansıtması lazımdı. Bu da akşamdan sabah olmazdı… Olmadı da… Aylarca sürecek toplantılarda tartışılacak ve bütün üniversitelere mâl edilecekti yasa değişikliği. Olmadı… Ne yapalım... Sonuca katlanacağız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.