Kapatma davasının sonuna doğru yaklaşırken...

Kapatma davasının sonuna doğru yaklaşırken...

Ak Parti hakkında açılan kapatma ve Genel Başkan dahil pek çok partilinin siyasetten yasaklanması için açılan dava kendi mecrasında ilerliyor ve sonuna doğru yaklaşılıyor. Sonucun ne olacağına ilişkin farklı kesimlerden her gün farklı yorumlar, tahminler, değerlendirmeler ve bahisler ileri sürülüyor. Konu basit bir kapatma davası değil; söz konusu davada kapatılmak istenen henüz bir sene bile olmamış genel seçimde seçmenlerin nerede ise yarısının oyunu almış, ülkeyi 2002'den bu yana yönetmekte olan bir iktidar partisidir. Bu gerçeğin ötesinde yönetimde ortaya koyduğu performans ve yaşanan bir takım krizlerin aşılabilmesindeki başarısı da herkes tarafından kabul edilen bir parti.

Konu hakkında yapılan lehte ve aleyhteki yorumlar ve değerlendirmelerin temelinde belli bir bakış ve ön kabulün yattığı görülüyor. Türkiye'de, özellikle de aydınlar kesiminde ve bu kesimin somut olarak izlenebildiği medya ve üniversite camiasında egemen olan ve bu tür olaylarda kendisini dışa vuran oldukça dikkat çekici bir toplumsal tutum ve duruş var. Türk aydını, -belki de Türk milleti demem yerinde olabilir- olaylar karşısında ilkesel düşünmekten çok konjonktürel ve oportünistçe düşünüyor ve ona göre bir tavır alıyor. Mesela darbe ve benzeri olağanüstülüklerin yaşandığı dönemlerde ilkesel olarak darbelere karşı çıkmıyor; ancak eğer darbe kendi partisi veya destek verdiği iktidara karşı yapılmışsa şiddetle karşı çıkıyor, kendisinin rakibi olarak gördüğü bir kesime veya partiye karşı yapılmışsa destek veriyor, meşruiyetini oluşturmaya çalışıyor.

Aslında bu tutumu ve buna dayalı olarak geliştirilen tavrı, bugünlerin temel tartışma konusu olan Ergenekon Davası ile ilgili gelişmelerde de görmekteyiz. Medyanın bu dava ile ilgili olup bitenler hakkında takındığı tavır, tam da bu tezimizin test edilmesi için kıymetli bir örnek olay oluşturmaktadır.

Demokratik sistemlerde siyasi yarışa giren partilerin başarı veya başarısızlıkları halkın oyu ve desteği ile belirlenir. Siyasi ekipleri iktidara getiren, iktidardan uzaklaştıran, tasfiye eden veya başarılarını güçlendiren en temel ilke halkın oyudur. Dolayısıyla bir tür rekabet ortamında yarışan siyasi partiler mücadeleyi halk nezdinde verir ve rakiplerinin önüne geçerler. Bir parti iktidardan uzaklaştırılacaksa halkın oyu ile veya iktidara getirilecekse yine halkın oyu ve desteğiyle olacaktır.

Bu temel ve kurucu ilkeler ortada iken bunların dışında başka yöntemlerle, mesela darbe, muhtıra ve benzeri gibi, iktidarların değişmesi kabul edilemez. Tabii olarak iktidar partisi veya partileri de bu ilkelere uygun davranmak ve demokratik yöntemlerden ayrılmamak zorundadırlar. Demokrasi dışı yöntemlerle iktidarda kalmayı ve iktidarı sürdürmeyi düşünen ekiplere karşı da belli koruma mekanizmalarının geliştirilmiş olması gerekir. Bu konuda çağdaş dünyada itibar edilen temel kriter bir siyasi ekibin şiddeti iktidar aracı olarak kullanmaya yönelmesidir. Avrupa Birliği'nin Venedik Konvansiyonu çerçevesindeki ilkeleri bu konuda çağdaş demokratik dünyanın temel yaklaşımını oluşturuyor.

Türkiye'nin en az iki asırlık çağdaşlaşma yönündeki gelişimi bir yana bırakılarak kendi özgül şartları, ideolojik tercihleri ve normları gerekçe göstererek çağdaş dünyanın dışında bir yöne ilerlemesi kabul edilemez. Burada oldukça ilgi çekici bir paradoks kendisini ele veriyor. ülkemizde çağdaşlaşma süreci, genel itibariyle muhafazakar kesimin muhalefetiyle karşılaşmış ve çatışma çağdaşlık yanlısı toplum kesimleriyle en azından yöntem olarak buna karşı çıkan kesimler arasında cereyan etmiştir. Görünürde muhafazakar kesimlerin çağdaşlığa karşı çıktıkları savunulmuştur. Şimdi ise bu yapı tersine dönmüş gözüküyor. Nispeten kendilerini çağdaş, sosyal demokrat veya ilerici gören kesimler özgül şartlara sığınarak çağdaş dünyanın ilkeleri ve normlarına karşı bir duruş sergilerken muhafazakar kesimler ise tam tersine çağdaş demokratik dünyanın normlarına itibar ediyorlar.

Bu olay temelinde düşününce Türkiye'de belli kesimlerin çağdaşlık iddiasının ve çağdaşlaşma projesi olarak sundukları ideolojik söylemlerin nasıl da çağdaş dünyadan kopuk ve "yerel"liğe yaslanan özgül değerler ve normlar olduğu bütün açıklığıyla ortaya çıkmaktadır. çağdaş demokratik dünyanın temel ilkelerini oluşturan Venedik Konvansiyonu karşısında toplum kesimlerinin tutum ve tavırları, çağdaşlık karşısındaki duruşlarını ortaya koyacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi