Halkın seçmediği vekiller
Hangi meseleye el atılsa, karşımıza temeli yanlış atılmış bir sistem çıkıyor.
Son günlerde milletvekili dokunulmazlığı ile ilgili konular tartışılıyor. Milletvekili dokunulmazlığını kaldırarak siyasî meseleleri halletmek pek de mümkün görünmüyor. Hatırlanacağı üzere benzer bir karar daha önce de alınmış, ama dertlere çare olmamıştı. Bu defa da olmayacağı yönünde tesbitler yapılıyor.
AKP kurucularından Dengir Mir Mehmet Fırat da BDPli vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına karşı çıkan isimlerden. Fırat şöyle demiş: Daha evvel denendi ve sonuçları görüldü. Akl-ı selim insanın denenmişi denememesi kanaatindeyim.
Vekiller ve siyasetçilerin umumî anlamda genel başkanlara bağlı ve bağımlı olması, hür iradeleriyle karar veremez halde olmaları mevcut siyasî sistemin büyük bir hatası. Elbette her kafadan bir ses çıkması, insicamı ve uyumu baltalar, ama aksi durum da genel başkanların yanlışlarının düzeltilme imkânını ortadan kaldırır. Yanlış yapanların ikaz edilmesini önleyen sistem en başta siyaset kurumuna darbe vuruyor.
Tecrübeli siyasetçi Fırat, uygulanan politikalardan rahatsız olan vekillerin ya da parti mensuplarının başbakana ya da herhangi bir parti genel başkanına itiraz etmemesinin Neden?ini de şöyle yorumlamış:
Sistem meselesi. Siyasî partiler yasası o kadar anti demokratik ki, gelen vekiller pozisyonlarını halka değil partiye borçlu. Buna ben de dahilim. Halk tarafından seçilen vekiller değiliz biz. Genel başkanın ya da parti genel merkezinin iki dudağının arasında seçilen insanlarız. Sizi halk seçmediğine göre, halkın taleplerini iletme durumunda değilsiniz. Diyorum, ben de buna dahildim. Türkiyenin demokratikleşmesi tabiî ki yeni anayasadan geçer; ama yeni anayasadan çok daha önce daha demokratik bir siyasî partiler yasası lâzım... (Konuşan: Aslı Aydıntaşbaş, Milliyet, 3 Aralık 2012)
Bu tesbite hangi vekil, hangi siyasetçi ya da hangi sosyolog itiraz edebilir? Peki, bu tesbit önümüzde dururken; hür, adil ve demokrat bir siyasî yapıdan bahsedebilir miyiz? Hangi parti olursa olsun, yetkinin sadece genel başkanda olduğu ve bu yetki ile her şeyi dizayn ettiği bir sistem sağlıklı neticeler verebilir mi?
Dikkat edilsin, buradaki asıl mesele herhangi bir partinin iç meselesi değildir. Mevcut siyasî partiler kanunu sebebiyle bütün partilen sıkıntı içinde. En az yeni ve sivil bir anayasa kadar yeni ve adil bir siyasî partiler kanunu da lâzım ülkemize.
Biliniyor ki yeni ve sivil bir anayasa yapmak kısmen ve nisbeten zor iken, yeni ve adil bir siyasî partiler kanunu hazırlamak aynı ölçüde zor değildir. Tabiî ki isteğe bağlıdır. Mevcut halde bütün siyasî partiler bu kanunlardan şikâyetçidir, ama iş iyisini yapmaya geldiğinde vazgeçiyorlar. Bunun da sesebi, elde hazır duran yetkinin başkalarına devredilmemesi gayretidir. İktidar öyle bir iksirdir ki her içeni sarhoş eder ve imkân buldukça iktitarını daha da muhkem hale getirmeye çalışır. Geçmiş dönem iktidarları da 12 Eylülün ürünü olan mevcut siyasî partiler kanunundan şikâyet ederdi, ama ciddî bir iyileştirme yapılmadı. Şimdilik bu kötü kanun benim işime yarıyor. Ülkenin ve iktidarımın yüksek menfaati bunu gerektiyor düşüncesiyle daha demokrat olma hedefi hep ertelendi ve ötelendi.
İşte geldik yine yeni bir krizle karşı karşıya kaldık ya da kalmak üzereyiz. Muhtemelen yine ekseriyetin yanlış olduğunu düşündüğü kararlar alınacak ve geçmişte olduğu gibi ağır bedeller ödenecek. Aradan yıllar geçecek ve keşkeler dillendirilecek. Peki, bu kısır döngüye mecbur ve mahkûm muyuz?
Mevcut Siyasî Partiler Kanunu gereği mecbur ve mahkûm görünüyorsak da bu kısır döngüyü kırmalı ve atmalıyız. Unutmayalım ki hürriyet, adalet ve hakkaniyet ne kadar parlarsa; sıkıntılar ve dertler de o nisbette söner, yok olmaya yüz tutar. Asıl derdin, kötü kurulmuş sistem olduğunu akıldan çıkarmayalım vesselâm...lar ve imanlı ölümler nasip olur inşaallah...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.