IMF Tamam! Sıra AB ve NATO Bağımlılığında!
Devletler de insanlar gibi yalnız kalamamışlardır. Aynen insanlar gibi yeryüzündeki tüm devletlerde birbirlerine ihtiyaç duymuşlardır. Egemenlik hassasiyetlerine rağmen, aralarında bir takım örgütler kurarak ihtiyaçlarını ortak bir şekilde tatmine çalışmışlardır. Bu yüzden tarih boyunca devletlerin birbirlerine olan bu ihtiyaçları, aralarında bir takım düzen kurmayı mecbur kılmıştır.
Evrensel, kıtasal veya bölgesel birçok kuruluşa üyeyiz. Küreselleşmenin de getirdiği avantajlarla, Türkiye ve benzer ülkelerin milletleri uluslararası bu teşekküllere üye olan devletlerini sorgulamaya başladı. Ait oldukları devletin; sürekliliğine bölünmezliğine, mutlak kudreti ve asli cevheri sayılan egemenliğine zeval veren bu örgütlerle ilişkilerini gözden geçirmesi gerektiğini artık yüksek sesle dillendirmeye başladılar. Eskiden belli bir ideolojiye mensup insanlar muhalif düzlemde bunu dillendirirdi. Şimdi milletin geneline yakını ideolojik gerekçeler sıralamaya ihtiyaç duymadan, yeri geldiğinde egemenlik haklarımıza zeval getiren ve zinde/zirve devletlerin adeta yedeği gibi iş gören bu örgütlerle ilişkilerin minimuma indirilmesini arzu ediyor.
IMF, BM, AB Muketesebatına Uyum Programları, Güvenlik Konseyi, AİHM ve NATO’yu gözünüzün önüne getirin ve bizim bunlarla ilişkilerimize bir bakın… Ne zaman bu kuruluşlar ile antlaşmalar akdetmeye başlayalım, mutlak egemenlik hassasiyetimizi kendi rızamız ile nasıl sınırlandırdığımızın en güzel örneklerini ortaya koyuyoruz.
Üye olduğumuz uluslararası kuruluşlar arasında en çok tepki toplayıp en çok nefret edilen ve egemenlik anlayışımızı en fazla madara eden kuruluş IMF idi… İdi diyorum çünkü IMF bağımlılığımız çok şükür bitti. Dolayısıyla IMF’nin de Türkiye’yi denetleme ihtiyacı ortadan kalktı.
Ülkeyi son derece kötü yönetenlerin maharetiyle 47 yıl muhtaç kaldık emperyalistlerin ekonomik sopalığını yapan bu kurumdan neler çektik neler?! IMF ile imzaladığımız her stand by anlaşması sonrası emdiğimiz süt burnumuzdan gelirdi! Verilen her kuruş sadece IMF'nin istediği yerlere giderdi. Sanayileşmeye kaynak ayıramazdınız. Alınan krediler kesinlikle üretimde kullanamazdı. Kredilerin doğru kullanıp kullanmadığı rutin olarak belli aralıklarla kontrol edilirdi... Tüm bunlar egemenlik hakkımıza tasallut değil miydi? Ülkemiz tam bir dış müdahale etkisine açık kalmıyor muydu?
IMF bağımlılığından kurtulduk ama yabancı sermaye ve sıcak para akımlarının bağımlılığı sayesinde bunu başardık demenin bir anlamı yok. Borçluysan suçlusundur. Kural budur! Beğenelim ya da beğenmeyelim, neoliberal politikaları ve projeleri öyle ya da böyle başarıyla uygulayan hükümet; ülkeyi yıllardır borç batağı, bağımlılık, acı reçete vb. birçok melanetin baş mimarı olan IMF bağımlılığından kurtarmayı başardı.
Aynen IMF gibi bizi her türlü dış müdahaleye açık hale getiren AB bağımlılığımızdan da kurtulmamız lazım…
Tamam! Ak Parti hükümeti iktidara geldiği ilk yıllarda iç politik arenada daralan manevra alanını AB süreci ve uyum yasaları ile bir nebze genişletip meşruiyet ve iktidar alanını rahatlatmıştı. Ama o günler geçti artık. Şu anda AB orijinli kaprisler ve rezilliklerden tutun ülke olarak bize gösterdikleri kötü tavırlara kadar Türk milleti bu süreçten soğudu.
AB ile olan ilişkilerimiz ve AB'ye girmek için harcadığımız gayretin ülkemizi korunaksız hale getirdiği ortadır. Kıbrıs meselesi, Ege sorunu, su meselesi, Türkiye'yi abluka altına alma tutkusunun göstergeleri olarak algılanmadı mı? AB’nin azınlık kavramını detaylandırarak ısıtıp ısıtıp önümüze koyması, federal bir kürt devletinin yolunu açmaya çalışan etnisite dayatmalarına girişmesi, terör örgütünü destekleyip diasporalarını ülkelerinde koruma altına almaları, kültürel boyutlarda dahi bizlerden kayıtsız şartsız itaat talep etmeleri bu süreçte önümüze konan problem alanları değil miydi?
Tüm onur kırıcı münasebetlere rağmen, bize en son halka muamelesi yapmayı da ihmal etmeyen AB'den de, hala AB rüyası gören milli hasletlerini yitirmiş bedhahlardan da kurtulmamız lazım.
Gelelim NATO bağımlılığımıza…
NATO deyince aklıma hep ‘Bakara 11’ gelir: "Onlara yeryüzünde bozgun çıkarmayın dendiğinde, tam tersine, bizler barış ve esenlik getirenleriz derler…”
Küresel rekabet gücünü sürdürebilmek için her şeyi mubah gören ABD'nin yedeği gibi çalışan ve üye ülkelerde derin devlet uzantıları oluşturup darbelere zemin hazırlayan bu bozguncu/fesat örgüt başka devletlerin gerçeği, güvencesi vs. olabilir… Ancak Türkiye için yalan olan bir kuruluştur! Bu gerçeği karışık zamanlarda da barış zamanında da ispat etmiş olan NATO; hem dünyanın hem de ülkemizin başına gelmiş en kötü iki şeyden birisidir!
NATO ile güvenlik işbirliğine girmenin bedellerini çok ağır ödediğimiz halde, bir türlü NATO'yu karşımıza alma korkusunu üzerimizden atamadık. Bu korkunun en büyük kaynaklarından birisi de Türkiye’nin savunma imkânlarının caydırıcılık seviyesinde olmaması ve kötü seçeneklere hazır olmamasıdır. Bu yüzden çekişen kutupların ve çeşitli çıkarların çarpıştığı Ortadoğu, Kafkasya ve Balkan üçgenindeki bir ülke olarak kendimizi sürekli tehdit altında hissettik. Bu haseple NATO'nun kucağından inemedik. Sürekli Batının ileri karakol görevini üstlendik. ‘Emperyalizmin maşası’ yakıştırmalarından haklı olarak kurtulamadık. Savunma sanayiinde de kendimizi tehdit eden bu ülkelere gebe kaldık. Onların eski teknolojileriyle son kullanma tarihi geçmiş savunma ve saldırı araçlarıyla yetinmek zorunda kaldık.
Tüm bunlara rağmen bu ülkeyi yönetenlerin son günlerde NATO’yu göreve çağırması ve sık sık Türkiye’nin NATO toprağı olduğunu söylemesi ciddi bir hatadır. Muhtemel bir Suriye savaşında İran ve Rusya‘ya karşı mecbur kalınmış karşı hamle olarak nitelendirilmesi de bu hatayı affettirmiyor. Yöneticilerin Türkiye’nin ikide bir NATO toprağı olduğunu söylemesini kirli ittifak ve teslimiyet olarak niteleyenlere kimsenin kızmaya hakkı yoktur. NATO’yu davet etmenin “bunu yapmaya mecburuz yoksa…” diye başlayan cümlelerin haklı yanları olsa da kaynayan Ortadoğu kazanında boyumuzun ölçüsünü aldığımızda aşikâr oldu.
Öte yandan, bugün bu ülkeyi sevk ve idare edenlerin aynen IMF süreci gibi, NATO’ya mecbur ve muhtaç kalmanın ezikliğini yaşamadığını ve bugünü kurtaralım ama gelecekte muhannete muhtaç olmayacağımız bir güvenlik gücüne sahip olalım anlayışında olmadıklarını söylemek insafsızlık olur.
Hatırlarsınız geçtiğimiz yıl Libya’ya NATO müdahalesi olmadan bir gün önce NATO toplantı yapmıştı. NATO’nun en büyük kara gücü olan Türkiye toplantıya çağırılmadı, söz söyleme hakkımız dahi olmadı. Hükümet ve TSK mensupları bu ezikliği yaşamıyor mu içlerinde?
Diyeceğim şu ki, “zarar verme potansiyeliniz” ne kadar güçlü ise, caydırıcılık ve silah gücünüz ne kadar kudretliyse, uluslararası arenada o denli söz ve itibar sahibi oluyorsunuz. Ben Türkiye’yi yönetenlerin bugün Suriye tecrübesinde de yaşandığı üzere bunu çok iyi anladıklarını ve gereğini yapmak için bir şeyler yapmaya başladıklarını biliyorum…
Yeni bir dünya kuruluyor ve Türkiye'de bu dünyada yerini almaya çalışıyor. Ülkeyi yönetenlerin ve “yükselen güç” olma iddiası yola çıkanların, safların yeniden belirlendiği bu günlerde, hala yeni güvenlik mimarilerinin bir sıçrama tahtası ve ileri karakolu olarak görünmekten mahcubiyet duymadıklarını sanmıyorum.
Hülasa,
NATO’dan ve onun önümüze koyduğu güvenlik mimarilerinden kurtulmamızın tek çaresi Türkiye’nin hızla silahlanması ve nükleer bir güce sahip ülkeler arasına girmesidir. Artık bu ülkeyi sevk ve idare edenler, gerekirse bedel ödemeyi göze alabilecek cesaret ve kararlılıkla bu yola baş koymalıdırlar. Pakistan’ın dahi nükleer silah sahibi olduğu ve Suriye’nin ABD ile NATO’yu direk askeri bir müdahaleden caydıracak derecede savunma sistemlerine sahip olduğu bu dünyada, Türkiye hayli hayli savunma ve saldırı gücüne malik olabilir.
Bu teşhis ve tedavinin aksi yönetim arayışlarıyla, Batı'ya ve Batı çıkarlarına endeksli bir nevi "kuyruk politikası" sürdürmekten kurtulmamız ve dış politika üretmemiz mümkün olmayacaktır.
Türkiye güçlü olmalı… Daha çok güçlü olmalı…
Unutmamalıyız ki, askeri güç de bir devletin gücünün en belirgin ve en somut öğesidir. Bu açıdan yeterli bir askeri gücün varlığı, çoğu kez fiziksel olarak kullanılmasa bile politik olarak faydalıdır. Küreselleşen dünyada sadece ekonomik toparlanmalar tek başına yeterli değil. Devletler arenasında, devletler güçleri ve ‘zarar verebilme potansiyelleri’ oranında etkinlik sağlayabilmekte ve milli çıkarlarını koruyabilmektedir.
“Egemenlik, devlet kudretinin ihtiva ettiği yetkilerin içeride en üstün, dışarıda ise bağımsız olma özelliğidir.” Bu tanım ile Türkiye arasındaki tüm engellerin en aza indirildiği oranda 2023 ve 2071 hedefleri ütopya olmaktan çıkıp ülkü halini alır!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.