Gazi olayları, Madımak, Sabancı cinayeti ve Ergenekon
Ergenekon terör örgütü ile ilgili her gün yeni bir bilgi ortaya çıkıyor. Yazılanların onda birinin doğru olması bile ‘korkunç’ bir tedhiş örgütü ile karşı karşıya olduğumuzu gösterir.
Hangi iddiaların doğru, hangilerinin asılsız olduğuna elbette yargı karar verecek. Ancak mahkemeler ‘kesin, inandırıcı, aksi ispat edilemeyen, somut’ delillerle hüküm verdiği için bazen ‘hukukun’ 0açıklarından yararlanarak kurtulanlar olabiliyor. Ama kamu vicdanı kolay kolay yanlış hüküm vermez. Olayları vicdanında tartışır, çalkalar, feraset dediğimiz, iç bakışın imbiğinden geçirir ve bir neticeye varır. çoğu kez varılan sonuç, gerçeğin ta kendisidir. Toplumun/ümmetin ‘batılda’ ittifak etmeyeceği şeklindeki peygamber düsturunu biraz da bu açıdan düşünmek lazım.
Hepimiz bir topluluğun içinde yaşıyoruz. Toplum dediğimiz aygıt, milyonlarca kulakla işiten, milyonlarca gözle gören, milyonlarca akılla düşünen bir varlıktır. Onun için hata yapma ihtimali daha azdır. Ergenekon operasyonu yapıldığından beri, maşeri vicdanın hangi yönde tecelli edeceği merak konusuydu. Yapılan anketler, saha araştırmaları milletin çoktan karar verdiğini gösteriyor. Toplumun kahir ekseriyeti son yıllarda meydana gelen olayların arkasında bir hin’liğin olduğunu tahmin ediyordu zaten. Ergenekon darbe yapılanmasının deşifre edilmesiyle Türk toplumu, şüphelerini manto gibi giydirecek adresi buldu. Ve Ergenekon’u vicdanında mahkum etti.
Belki, yargılama süreci bambaşka bir şekilde sonuçlanacak. Ama toplum farklı kriterlerle yargılama yaptığı için bir şey değişmeyecek. üstelik Türk toplumu, durumun ortaya atılan iddialardan daha vahim olduğuna inanıyor. Mesela, medya gazi olayları ile Ergenekon örgütünün irtibatlı olduğunu iddia ediyor. Bu soyut bir suçlama değil. Hiç unutmam, Gazi olaylarından birkaç gün sonra Malatya İnönü üniversitesinde öğrencileri Gazi olayları ile ilgili kışkırtan üç kişi yakalanmıştı. Kanal D’nin o zaman verdiği haberde bu üç kişinin üzerinde Jitem kimliği çıktığını bizzat duymuştum. Kısa bir süre sonra olay unutuldu gitti. Kimse yakalananların akıbetini öğrenemediği gibi, sorma cesaretini de gösteremedi. Bugün eğer Gazi olaylarını sorgulayacaksak bu tek başına bir anlam ifade etmez. Gazi olaylarını Sivas olayları ile birlikte değerlendirmek gerekir. Zira, iki olay da alevi vatandaşlarımızı hedef almıştır. İki olayın amacı da aynıdır; Alevi toplumunu bir noktaya çekmek. O noktayı tespit edersek, olayların arkasındaki ‘kirli el’i de ortaya çıkarmış oluruz.
Alevi toplumu yapısı itibarıyla muhalif bir toplum. İktidarlara, devlete hep mesafeli olmuştur. Bunda geçmişte devletle yaşanan sürtüşmelerin payı büyüktür. Darbe yapmak isteyen bir güç, eğer dindarları hedef alacaksa, kendisine başka bir toplumsal taban bulmak zorundadır. Alevileri mutasavver bir darbenin tabanı olarak düşünenler onları yanlarına çekmek, sunilerle karşı karşıya getirmek için böyle bir operasyon yapmış olabilirler. Madımak utancından sonra yapılan yayınları, cenazelerin defni esnasında attırılan sloganları hatırlayın. Hep dindar, mütedeyyin kitleler hedef alınmıştı. Her iki olayın böyle bir sonuca ulaşmak için kurgulandığı düşünülebilir. Alevi toplumuna, dindarlar iktidara gelir, biraz güç kazanırlarsa sizi yakarlar onun için taraf olun mesajı verilmiş olabilir. Nitekim her iki olay Alevi toplumunu biraz daha ‘statükonun’ yanına çekmiş, darbeci mitinglerin ana kitlesi haline getirmiştir.
Diğer yandan son günlerde gündeme getirilen Sabancı cinayeti Ergenekon ilişkisi de yabana atılacak bir iddia değil. Olay Dev-Sol örgütünün üstüne kaldı ama hala cevaplandırılamayan onlarca soru var.
Dev-Sol’un genel başkanı, yüzlerce cinayetin faili Dursun Karataş 1990’larda Bayram paşa cezaevinden kaçtığından beri firar. Türkiye, Alaattin çakıcı’yı, Haluk Kırcı’yı, Kürşat Yılmaz’ı yurt dışında yakalayıp, geri getirdi. Ama örgütü cinayet işlemeye devam eden Dursun Karataş’a tek bir operasyon yapılmadı. Adı her gündeme geldiğinde de bazı gazeteler, kanser hastası olduğunu, günlerinin sayılı olduğunu yazarak, operasyona gerek olmadığını ima eden yayınlar yaptılar. Hatta, yurt dışında, Karataş’ın bir gurup tarafından yakalandığı, ancak bazı kurumların bırakın demesi üzerine bırakıldığına ve içerideki bir servise çalıştığına dair yaygın bir kanaat var. Karataş’ı yirmi yıldır kimin koruduğunu, kimin tek bir operasyon yapılmasına müsaade etmediğini anlarsak, sabancı cinayetini de aydınlatmış oluruz.
Bütün bu iddialar, Türkiye’nin istikbalini tehdit eden, üzerinde ciddiyetle durulması gereken iddialardır. Kurumlara güvenin artması, Türkiye’nin bir hukuk devleti olması, bu iddiaların üzerine gitmesine bağlıdır. Ergenekon veya darbe yapılanmaları sadece yargının işi değildir. Siyasetin de bu tip yapılanmaların üzerine gitmek, komisyonlar kurarak araştırma yapmak, elde ettiği bilgileri toplum ve yargıyla paylaşmak gibi görevleri vardır. Her şeyi yargıdan beklemek kolaycılık ve korkaklıktır. Gazeteler çarşaf, çarşaf yayınlar yaparken, olaylara seyirci kalıp, hiçbir şey olmamış gibi davranmak, siyaset kurumunun sonunu hazırlar. Birileri darbe yapacak diye şikayet etmek yerine, herkes görevini yapsa bir daha bu tip olaylarla karşı karşıya gelmeyiz.