Mahkeme kapılarında sürünmek
Eskiden beddua niyetiyle sürünesin derlerdi. Şimdi ise yargının çıkmazlığında milletçe sürünüyoruz. Kim sardı bu bedduayı başımıza?..
Herhalde Lozan sonrası bir serüvendir ki akıbeti hayrola dediysek de bir türlü hayır olmadı, şer oldu. Cumhuriyet kurulduğundan bugüne kadar bu millet hak arayacağız diye mahkeme kapılarında sürünüyor. Davalar alabildiğine uzun, harçlar oldukça yüklü, hem de peşin...
Hani sosyal ve hukuk devleti idik?
Hani devlet adliye, zabıta, sağlık, eğitim hizmetlerini yüklenmişti?
Yüklenmek bir tarafa, mahkeme kapısına gidenin canı da, cebi de yanıyor...
İşin doğrusu, anayasal değişiklikleri alın bir tarafa, bu iktidar yerinden oynadığında gelecek olan bir gecede yapılanları eski haline çevirir. Kadroları söker atar...
Eski tas eski hamama döneriz.
Nedeni ise, henüz kalıcı çözümler yapılamamıştır da ondan...
Düşünün ki hâlâ Danıştayda bir dava dört yıldan önce dönmüyor.
Yargıtay, mahkeme derken en azından insan ömrünün beş yılı kayıp.
Bu devran böyle sürüp gidecek mi?
Bir sefer İstanbulda, bir alacak davasının kendi aralarında nasıl halledildiğini izledim.
Baktım ki o iş bizim işten daha pratik, daha hızlı...
İstanbul esnafı bu tip uzlaşmaları gidermeye Şeriat Mahkemesi diyormuş.
Taraflar sorarlarmış, şeriata mı, mahkemeye mi razısın?
Şeriat dedikleri, esnaftan güvenilir birkaç kişi bir araya gelerek kurdukları bir nevi hakem heyetidir. Müeyyidesi de, uymayan tarafı halkadan dışlamak...
Mahkeme dedi mi uzar gider.
Bir de mafya işi vardır, mafya alacağın en azından yüzde ellisine konar ama sonuçta tehdit, şantaj usulleriyle işi bitirir.
Maksat iş bitirmek olunca mafya mı yaman, devlet mi yaman!
Biliyorsunuz, İngilteredeki Müslüman cemaatler aralarındaki ihtilafları şeriat mahkemeleri kurarak halledince devlet baktı ki iş ciddi, bu sefer yasal yoldan kendisi şeriat mahkemesi kurmak zorunda kaldı. İngilterede şeriat mahkemesinin olması pek de garip değil mi?
Garip olsa da gerçek bu...
Bize gelince yargılama alabildiğine uzun, bu tip çözümler üretmeye kalkışsak başımıza cumhuriyetçilik tokmağını hemen indirirler... Uzayana mı razısın kısalana mı?
Kısaltmak için de ufukta ciddi bir gayret, veya bir yenilik görülmüyor.
Devlet bir taraftan yetersizler, diğer taraftan hantal bir yapı ile yargıyı ayakta tutmak için değişik yöntemlere başvuruyor. Bazen erken tahliye, bazen af yasaları...
Bu şu demek olur, deveyi kaçırdık kuyruğundan çevirmeye çalışıyoruz.
Deve deve ise kuyruğundan dönmez.
Bana kalsa hemen duruşma salonlarından işe koyulurum.
Bu salonlar yargının aynasıdır.
Görüntülendiğinde en azından birçok yetersizlerin veya keyfi davrananların kendilerine çekidüzen vermek zorunda kalacağını göreceğiz.
Yetkililere şunu soruyorum, mahkemelerde neler olup bittiğinden haberiniz var mı?
Yoksa şikayet olduğunda al sana eli çantalı bir müfettiş...
Gerçi UYAP denilen uygulama (onu da ilk defa Cemil Çiçeke ben önerdim, sistemi de benim çalıştığım ekip kurdu) şu anda eksikleriyle devrede, ama yine duruşmalar üst üstte aynı saate konulabiliyor. Saat dokuzda denilen duruşmaya bazen 12, bazen de öğleden sonra girebiliyorsanız yine de şanslı sayılırsınız. Akşam saatlerine kadar duruşma yapanlar da var.
Aksamanın kaynaklandığı yer, ya hakim ve savcı yeterli değil, veya dosya sayısı kabarık. Bir de pratik çözümsüzlük. Bu aşamada mahkemelere düşmeyin tavsiyesinde bulunuyorum.
Düşerseniz elinizi verdiğinizde kolunuzu alamayacaksınız.
Ve de geciken adalet hiçbir zaman gerçek adalet değildir.
Dava mı açmak istiyorsunuz, karşınıza ilk dikilecek engel oldukça yüklü harçlardır. Vekalet ücreti derken kolayına vatandaşın buna gücü yetmez.
Dava açmak harcı, dilekçe harcı, vekalet harcı, temyiz harcı, itiraz harcı...
Ondan sonrası icra takibi, onun da harçları Everest tepesi gibi...
Bu kadar ağır maddi külfet, hem de uzayan yıllar...
Buna devlet kapısında sürünmek denmez de ne denir?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.