Mustafa Kemalin Askerlerinin hal-i pür melâli
İstanbulda büyük bir sol sanatçı buluşması gerçekleştirilmiş. Büyüklükleri kendinden menkul bu zat-ı muhteremler kendi kendilerine gelin-güveyi olmayı da ihmal etmemişler. Orada güya buluşmuşlar ama bu bir buluşma değil, küçük çaplı sanal bir kalkışma provası imiş. Konusu da yine AK-PARTİ Hükümetini nasıl alaşağı ederiz. Halkın sandıkta verdiğini bir türlü hazmedemeyen bu taife, hükümeti yıkmak için neler yapılabilir sorusuna cevap aramış. Demokrasiyi hazmedemeyenlerin her toplantısına katılmayı ciddi bir görev bilen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da bu toplantıyı şereflendirmiş. Ama gelin görün ki ilk konuşmayı başka bir programa katılması için erken ayrılacak olan Kılıçdaroğluna mikrofonun verilmesi Levent Kırcayı oldukça kızdırmış. CHP Genel Başkanının ayrılmasından sonra almış eline mikrofonu, Kılıçdaroğluna vermiş veriştirmiş. Televizyonlarda yayınlanan o bip bipli konuşmalardan anlaşıldığına göre CHP Genel Başkanı dava açarsa Kayseride kaybettiği 3.5 ton sucuğun parasını büyük bir ihtimalle geri kazanabilecek.
Efendim, Kırcaya göre bu toplantı vatanı kurtarma toplantısı, AK-PARTİli hükümetten kurtulmak için yapılan bu toplantıdan erken ayrılmak orada bulunan insanları ve bu davayı hafife almak. Bu yüzden de Kırca, şeyinin musluğunu iyice açmış. Aynı Kırca, Erciyes Üniversitesinde katıldığı bir toplantıda da aynı duyarlılıkla önüne geleni kesip biçmeye devam etmiş. Hazretin döktürdüğü incilere bakınız lütfen:
- Sezen Aksu, Ali Poyrazoğlu ve Halil Ergün vatan hainidir. Pişman olup tekrar aramıza dönerlerse onları nasıl bağrımıza basacağız?
Bu kişilerin suçları da çok ağırmış. AK-PARTİli hükümetin iyi işler yaptığını söylüyorlarmış. O yüzden de vatan haini imişler. Yani Kırcanın elinde metre var ve herkesin vatan sevgisini ölçüyor, mihenk taşı mübarek! Şimdi o mihenk taşının, geçen dönem Üsküdardan DSPden belediye başkan adayı olduğu günlere gidiyoruz. Gittiği kahvelerde onkişi bile toplayamamış, ama seçimler bittiğinde nal topladığı anlaşılmıştı. İşte o günlerdeki hal-i pürmelalini Aydınlık gazetesinde Kırcanın kendi kaleminden okuyoruz:
Bir ara ben de belediye başkan adayı olmuştum Üsküdardan. DSP Üsküdardan koyalım senin adaylığını dedi, Tamam dedim. Seçim öncesi sabahları buluşuyoruz, kiraladıkları eski bir minibüsün içine üç beş partili ile birlikte doluşuyoruz. Minibüsün üzerinden avaz avaz bir marş çalınıyor. Aracın içinde bir arkadaşımız, elinde mikrofon adeta haykırıyor. Başkanımız geldi diye. Başkanları da benim hesapta. Henüz aday olmamama rağmen, herkes Başkan diyor bana. Bir iki gün ciddiye almıyorsunuz, sonra siz de kaptırıyorsunuz ve başkan sanıyorsunuz kendinizi.
Gene bir gün tepemizde hoparlör yeri göğü çınlatıyor, çığırtkan elinde mikrofon yırtıyor kendisini Başkanımız geldi diye. Saat daha erken. Muhtemelen hafta sonu. Marşlar çalıyor, arkasından bir adam boğazının damarları kabarmış, gözleri avazlanmaktan pörtlemiş bir şekilde, biraz da kısılmış sesiyle, Haydi başkanımız geldi diyor. Perdeler çekiliyor, pencereler açılıyor, insanlar Hay başkanınıza der gibi el hareketi yapıyorlar. Tabii bu hareketler gıyabımda bana yapılıyor. Fazla paraları yok. Sağa sola afiş, bez gibi şeyler asamamışlar. Benim resimlerimden oluşturdukları afişleri de minibüsün üstüne asmışlar. Camlara, lastiklere, nereye denk gelmişse artık. Şoför, tam önüne yapıştırılmış iki afişin arasından ne görüyorsa, gördüğü kadarıyla sürüyor aracı. İnsanların el kol hareketlerini, cama yapıştırılmış afişimin deliğinden görüyorum. Köhne bir kahvehanenin önünde duruyoruz. Çay mı içeceğiz? İyi olur diyorum. Yok, siz burada konuşma yapacaksınız diyorlar. Sürükleye sürükleye kahvehaneye sokuyorlar beni. Gömlek bir yerde, kravat bir yerde giriyoruz içeriye. Kahvehanede ilk bakışta üç-beş masa göze çarpıyor. 2 masada adamlar taş oynuyorlar. Diğer masalar boş. Selam veriyoruz sempatik görünmeye çalışarak. Adamlar selamımızı zar zor alıyor. Kahveci çay dağıtırken ekşi bir suratla ağzını oynatıyor. Galiba küfrediyor. Gene geldiler gibisine.
Çığırtkanımız bir kez daha yırtıyor kendisini: Başkanımız geldi! Milletin ipinde değil. Başkanım, masaya çık diyor biri. Kolumdan çekiştiriyor. Diğeri: Yok, yerden konuşsun. Ceketimin sağ kolu sökülmüş, düştü düşecek. Az önce omuzlardayken pantolonumun da ağı yırtıldı. Donum görünüyor. Zor idare ediyorum. O sırada 2 masadan biri homurdanarak kahvehaneyi terk ediyor.
Kaldı mi bize 1 masa, yani 4 kişi! Hah! Biri de tuvaletten çıktı, etti 5. Neyse konuşmamı yapıyorum; adamlar oynadıkları oyundan başlarını kaldırmadan dinliyorlar beni. Ya da ben öyle zannediyorum. Bizimkilerden biri, Yeter başkan. Bunlar anladılar anlayacaklarını. Bu kahvehaneden 4 oy bizim. Hadi pazar yerine gidiyoruz. Orası kalabalık olur şimdi diyor. Tekrar yapışıyorlar kollarıma. Bu kez, sökük olan kolum tamamen kopuyor. Pantolon da düştü düşecek. Ayaklarım yere basmadan ulaşıyoruz minibüse. Araç dolu. Beni de tepesi üstü saplıyorlar minibüse. Aynı marşlar baştan çalınıyor. Seçim çalışması böyle mi olur yahu? diyorum tepetaklak. Yaptığımız görüntü ve ses kirliliğinden başka bir şey değil.
Kendisini kendinin de, milletin de ciddiye almadığı ve televizyonlarda hâlâ Nurettin Sözen döneminin çarpıklıklarını bugün oluyormuş gibi skeç yaparak, komik duruma düşüren Kırcayı eskici dükkânında bırakıp, tekrar Bostancıdaki sol sanatçı buluşmasına dönüyoruz. Melike Demirağ sahnede. Şarkı söylüyor ya da söylemeye çalışıyor. Salondan ikide birde çatlak sesler yükseliyor. Her şeyin bir yolu-yordamı var. Lokantada yemek yerken Mustafa Kemalin askerleriyiz! diye bağırılmazsa Melike Demirağın şarkısı sırasında da zırt-pırt bağırılmaz. Sayın Demirağ haklı olarak uyarıyor:
- Lütfen susunuz, böyle yaparak dengeleri bozuyorsunuz benim programım bitince de istediğiniz sloganı atarsınız.
Anında yuhalanıyor Demirağ ve o da sahneden iniyor. Salondakiler bağırmaya devam ediyor:
- Mustafa Kemalin askerleriyiz!
Anayasa Mahkemesi eski Başkanı Yekta Güngör Özden bir salon toplantısında 400 kişilik koltuklarda 60-70 kişiyi görüp:
- Ey Kemalistler neredesiniz, şeriatçıların konferansında salonlar tıklım tıklım doluyor, bahçeler de doluyor demiş ve hayıflanmıştı. Sayın Özden, işte gördüğünüz gibi Kemalistler ya halkın kendilerini iktidara getirmediği bir ülkede darbe planı yapmakla meşguller ya da birbirini yemeye ve Mustafa Kemalin kemiklerini sızlatmıştı. Sayın Özden, işte gördüğünüz gibi Kemalistler birbirini yemeye ve Mustafa Kemalin kemiklerini sızlatmaya devam ediyorlar.
Ve utanmadan da bar-bar bağırıyorlar:
- Mustafa Kemalin askerleriyiz!