Tehditleri yapan Türkiye olsaydı
Suriyede halkın sokaklara çıkıp barışçıl yollarla sistemin islahı için reformlar talep etmesiyle başlayan süreç, Türkiye-İran ilişkilerini gerdi. Suriyenin kendi halkını karadan ve havadan bombalamasıyla başlayan Suriye-Türkiye gerginliği, İranın yanlış Suriye duruşuyla İran-Türkiye gerginliğine dönüştü.
Sonrasında da her düzeyden İranlı yetkili Türkiyeyi açıkça tehdit etmeye başladı. Önceleri alt kademeden başlayan tehditkâr uslûp sonradan en üst devlet yetkililerine sirayet etti. İşin ilginç tarafı ise Türkiye hep alttan alan taraf oldu. İyi de yaptı.
Hükümete ve ruhanî lider Hameneye yakın medya organlarında Türkiye en sert şekilde eleştirildi, Batının teşeronu olmakla suçlandı. İran Genelkurmay Başkan Yardımcısı Tuğgeneral Mesut Cezayeri, İranlı parlamenter Emir Hüseyin Gazizade gibi kişilikler savaştan falan bahsetmeye başladılar. İran hâriciyesi her defasında bu tarz çıkışları devleti temsil etmeyen şahsi görüşler diye geçiştirdi.
Ama tehditlerin ardı arkası kesilmedi. Parlemento başkanından İran Hava-Uzay Kuvvetleri Komutanı Tuğgeneral Hacizade ve Genelkurmay Başkanı Hasan Firuzabâdîye varana kadar aynı tehditler devam edip durdu.
Acaba diyorum, buna benzer tehditler Türkiye devlet ricâlinden sökün etseydi ne olurdu? Öncelikle biz, yani vatandaşlar itiraz ederdik. İran halkı da yazar çizeriyle Türkiyenin haddini aşan bu beyanatları karşısında ülkesinin arkasında durur, Türkiyeyi aklı selime davet ederdi.
Bizde öyle olmadı ama. İran her tehdit ettiğinde, Ya hu, bu ne uslûp! demesi gereken kesimler sanki tehditleri savuran Türkiye imiş de, hükümeti topa tuttular; Bu sizin eseriniz demogojisine sığındılar.
İran Dışişleri Bakanı Salihinin, Cumhuriyet Gazetesine verdiği röportajı hatırlıyor musunuz? Benim unutmam mümkün değil, zira tam bir ibret belgesiydi. Salihi, NATOnun Afganistan işgalini terörü engellemek olarak nitelemiş ve Suriyede yaşananlarla birlikte cihatçıların dibimize kadar geldiğini iddia etmişti. Böylece Türkiyedeki ulusalcı laik kesimlere ve Batıya mesaj göndermişti.
Hazret şöyle demişti:
Suriyede doğacak otorite boşluğunun olumsuz sonuçlarından biri de bölgeye aşırı unsurların yayılması tehlikesidir. Afganistana bakın. Avrupadan binlerce mil uzakta 140 bin NATO askeri var. Amaçları terörü engellemek. Şimdi Avrupanın dibinde aynı terörün yeşermesi için verimli topraklar hazırlanıyor. Bunu ben söylemiyorum. CIA, MI-6 söylüyor, tüm istihbarat örgütleri söylüyor. Cihatçı radikaller bölgede zemin kazanıyor diyorlar. Eğer bu doğruysa ve Suriyede terör yayılıyorsa, bu hangi ülkenin çıkarınadır? İranın mı, Türkiyenin mi, Avrupanın mı?
Salihi Cumhuriyete verdiği röportajda kendisinin ve ülkesinin içine düştüğü çelişkinin farkında bile olmamıştı. Çünkü başından beri Suriye mukavemetini hep Batının kurgusu olarak göstermişlerdi. Oysa bu röportajda, Batıyı cihatçılarla tehdit etme garabetine düşmüştü. Yani Batıyı kendi kurgusuyla tehdit etme yanılgısına.
Bu meyandaki çelişkileri ve İran devlet ricâlinin tehditkâr söylemini hep anlayışla karşılayan ve çoğu zaman destek veren ulusalcı ve hükümet karşıtı İslâmcı muhalefet aslında İranı ceseratlendirmiştir.
İki ülkenin ilişkilerinin elbette iyi olması gerekiyor, ama İranın öncelikle bu tehditkâr uslûbundan vazgeçmesi elzem.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.