Takdire bakın...Şumnu’da doğdu, Atlantik’ öldü..
önceki günkü yazımda Kâğıthane’den mesaj gönderen Necati öztürk’ün ifadelerine yer verdim.. Meğer aynı dertten muzdarip ne kadar okuyucum varmış?.. Adeta mail yağmuruna tutuldum..
Bu yağmur, farklı bir yağmurdu.. Bireysel spor sempatizanların yağmuruydu.. Bir başka ifadeyle futbolun insanlarımız üzerinde kurduğu tahakküme isyan edenlerin itirazıydı..
Boks gibi, güreş gibi, atletizm gibi spor sevdalıları Necati öztürk’ün duygularına aynen tercüman oluyorlardı..
Sorular hep aynı.. Niçin hep futbol?. öteki spor dalları üvey evlat mı?.
Elbetteki üvey evlat değiller.. Ancak, futbol yalnız Türkiye’mizde popüler değil, dünyada da aynı şekilde bir numaralı spor dalı..
Durum bu. Tespit bu..
Tabii bize düşen, futbolu elbette yazmak, ancak öteki spor dallarına da mümkün mertebe ve de imkân dahilinde yer vermek..
Bugün sizlere bir güreş yazısı daha yazıyorum.. Bu yazıyı eskiden de sizlerle paylaştığımı hatırlıyorum.. 0ldukça dramatik.. Ve de ibret dolu..
Bu yazıyı niye seçtim?.
Afyon’dan 20 arkadaşı adına bize yazan İsmet Tunç’un özellikle arzusu da ondan!.. İsmet Tunç, güreş sporunun hayranı.. Cennet mekân Koca Yusuf’u da çok sevdiğini söylüyor.. Dedesinden, Koca Yusuf’un, Kel Aliço’nun hikâyelerini dinleyerek büyümüş.. Ben de İsmet kardeşimin ve arkadaşlarının isteğini geri çevirmiyorum..
Fransız sirk cambazı Pierre Daublier’in davetiyle Avrupa’ya ilk adımlarını atan Koca Yusuf, Filiz Nurullah ve Kara Osman, Fransa’nın pek çok şehrinde özellikle de Paris’te büyük ilgi gören güreş müsabakalarına imza atmışlardı.
Fakat bu pehlivanlarımızdan bir tanesi vardı ki, hakikaten özel birisiydi.. Koca Yusuf’tu, onun adı.. Boyunduruğu taktığı, tırpanı attığı zaman vay karşısındakinin haline!.. Yerleri öperdi rakip..
Pierre Doublier ve diğer organizatörler Paris’te Koca Yusuf’un karşısına çıkacak rakip bulamayınca, pehlivanı Londra’ya götürdüler.. Londra’da da aynı zaferleri yaşadı Yusuf Pehlivan!.. önüne geleni devirdi. Karşısına kim çıktıysa minderi dar etti.. Ve önünde artık “yeni dünya” yani, Amerika vardı.. Fransa ve İngiltere’de alafranga güreş tutmaktan bıkmış olan Koca Yusuf, Amerika’daki güreşlerini alaturka, yani serbest stil tutacağını öğrenince bu seyahati kabullenmişti.. Fransa’dan vapurla yola çıkan Yusuf pehlivan, 18 Şubat 1898 günü Amerika’ya ayak bastı.. Yusuf, Amerika’ya gitmeden önce şanı ve şöhreti gitmişti.. Koca Yusuf’u, New York Limanı’nda pek çok gazeteci karşıladı. Hele de onun Osmanlı giyim kuşamıyla, heybetli görünüşü Amerikalılarda hayranlık uyandırmıştı..
Koca Yusuf, Amerika’da Şubat’tan Haziran’a kadar dört ay kaldı ve bu süre içinde New York, Philadelphia, Baltimor, Boston, Rochester, Cheveland, Cinninatti, St. Louis, Chicago, Toronto ve Buffalo’da Amerika’nın en ünlü güreşçileriyle kapıştı ve hepsinin sırtını yere vurdu. Hele bir güreşi vardı ki, unutulmaz!.. Amerika’nın en büyük güreşçilerinden olan Mike Roeber ile New York’taki ünlü Madison Square Garden Salonu’nda yapmıştı güreşi ve tam 20 bin seyirci önüne çıkmıştı.. “Bu Türk’ü ayaklarınızın dibine atacağım” diyen insan azmanı Roeber’i, daha ikinci dakika dolmadan paketleyip kaldırmış ve minderden aşağıda duran seyircilerin ayakları dibine fırlatmıştı..
“Koca Yusuf’un şakaya gelir tarafı yoktu.. O, âlemlerin Rabbi olan Hz. Allah’a (cc) güveniyordu ve beş vakit namazını kıldığı gibi, her müsabakaya çıkmadan önce de Yasin’i Şerif okuyup dua ediyordu..
Kısacası; Koca Yusuf, dinine bağlı bir Müslümandı..”
Amerika’da yaptığı, bütün güreşleri tek tek kazanan Koca Yusuf’un artık memleket özlemi başlamıştı. Amerika’daki organizatörlerin “Gitme, burada kal, seni imkâna ve paraya boğalım” demelerine rağmen, ünlü pehlivan kararını vermişti, memlekete dönecekti. Ve 21 Haziran 1898 günü New York Limanı’ndan hareket eden Fransız bandıralı “La Bourgogne” transatlantiği ile yola çıktı. 150 m. uzunluğundaki gemide 612 yolcu bulunuyordu. 4 Temmuz sabahı aniden bastıran sis yüzünden, süvari Patrick Denocle, geminin hızını kesti. Gemi ağır ağır ilerliyordu ki, bir anda olan oldu.. İrlanda bandıralı “Cromartyshire” şilebi Koca Yusuf’un da içerisinde bulunduğu transatlantiğe çok şiddetli olarak ortadan vurdu.. Koskoca okyanusta görünmez kazalardan biri olmuştu.. Gemide büyük bir yırtık oluşmuştu ve tonlarca su gemiyi batırıyordu.. Yolcular panik içerisinde birbirlerini ezerlerken, yolcuların doluştuğu flikalar hızla denize bırakılmıştı.. Tek kelimeyle can pazarı yaşanıyordu.. Bu arada Yusuf pehlivan da o hengâmede canını kurtarmak için mücadele veriyordu.
Denize atlamıştı ve koca pençeleriyle bir flikanın kenarına yapışmıştı.. Koca Yusuf’un cüssesinden korkan ve “Bu adam flikaya çıkarsa bizi de batırır” endişesine kapılan yolculardan bazıları Yusuf’un kafasına küreklerle vurmaya başlamışlardı. Fakat, Yusuf bana mısın demiyordu ve pençelerini flikadan ayırmıyordu. Sonunda flika içindeki bir yolcu, baltayı kaptığı gibi var gücüyle Koca Yusuf’un ellerine parmaklarına vurmaya başladı.. Elleri kopan Koca Yusuf kanlar içerisinde Atlantik Okyanusu’nun sularına kapılıp gitti..
Evet değerli dostlarım, insan nerede doğuyor, nerede ölüyor!..
Kaderinde kısmetinde ne varsa onu görüyor!..
1857 yılında o vakitler Osmanlı vilayeti olan Şumnu’nun Kareli köyünde doğan Yusuf pehlivanın sonu, Atlantik Okyanusu oluyor!.. Bugün ne bir mezarı, ne de bir mezar taşı var. Ama inançlı bir mü’min olarak bildiğimiz Koca Yusuf, inanıyorum ki, vefakâr milletimizin gönlünde yaşıyor!.
Allah rahmet eylesin!.. Mekânı cennet olsun..