Asker Cuntasından Polis Monarşisine mi?
Yıllardır savunduğum tez... Ordunun görevi ülkeyi savunmaktır, rejimi savunmak değil... Asker dıştan gelecek saldırılara karşı ülke sınırlarını bekler; siyasi-idari, hukuki-adli, iktisadi-mali, sosyal-kültürel vb. hususiyetleriyle rejimi ve sistemi değil...
Lakin bunun tam tersi bir durum yaşandı tarihimizde. Ya yöneticiler askerdi, ya da askerler yönetici... Asker her zaman yönetime ortak oldu. Zaman zaman da bizzat işleri ele alıp kendince çekidüzen verdi.
Oysa devletin baş kurucu unsuru olan toplum, istediğinde rejimi de değiştirebilmeliydi, sistemi de... Hukuku da yeniden yazabilmeliydi, devleti de yeniden yapabilmeliydi. Çünkü aslolan toplumdu; toplum yoksa devlet olmazdı, ama devlet olmasa da toplum var olabilirdi. Demek ki devletin, toplumsal varlığın değer yargılarına göre biçimlendirilmesi gerekirdi.
Ancak bizde, askeri gücü elinde bulunduran odaklar ne dediyse o oldu. Cumhuriyet’in ilk yıllarında, yapılanları izah için kullanılan resmi söylemi hatırlayın: Halka rağmen halk için... Yani silahı tutan el, kendini devletin sahibi gördü; rejimi de, toplumu da kafasına göre dizayn etti. Bunu yaparken inanç, kültür ve geleneklerle biçimlenmiş “toplumsal değerler”e hiç önem vermedi, dikkate almadı.
Neyse ki orduyu asli vazifesine döndürmeye yönelik hamle nihayet geldi. Mahiyeti ne olacak, gereken nitelikleri taşıyacak mı, henüz belli değil; ama meselenin anayasal düzlemde hudutlarının çizilmesi için ilk adım atıldı.
Meclis Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun kararıyla, iç güvenlik askerin görev alanından çıkarıldı. Artık ordunun görevi “milli güvenliğin sağlanması” değil, “mili savunma” olacak. Yani iç güvenlik konuları askerin görev ve yetki alanından çıkarılmış; asker, asli görevi olan ülkenin dıştan gelen saldırılara karşı korunması görevine dönmüş olacak.
İç güvenliği kim sağlayacak? Asayişten kim sorumlu olacak? Tabiî ki polis...
İşte bu noktaya dikkat çekmek istiyorum. Ya polis bir zihniyetin kontrolünde organize olur da “askeri cunta”nın yerini “polis monarşisi” alırsa ne olacak? Çünkü eğer sistem çok iyi düşünülüp sınırları belirgin olarak çizilmezse, eğer polisin görev ve yetkileri çok net ve yoruma mahal bırakmayacak biçimde belirlenmezse, eğer polise asayişi sağlamanın yanında rejimi bekleme görevi de verilirse, bu işin sonu “asker cuntası”ndan “polis monarşisi”ne geçiş ile noktalanacaktır.
Yeni düzenleme yapılırken, böyle bir vahameti önleyecek tedbirler de alınmalı, değil mi?
Bu ülke yıllardır, belli bir ideolojiye göre biçimlenmiş ve organize olmuş Ordu’nun baskısını yaşadı. Neler çektiğimizi biliyorsunuz. Şimdi, eğer iç güvenliğin emanet edileceği polis de belli bir ideolojiye göre organize edilip, o ideolojinin bekçiliğini yapacaksa, yani asıl görevi olan güvenliği, asayişi sağlamanın yanında, rejim bekçiliği yapacaksa, bu hususta ordudan devraldığı görevi aynı minval üzere sürdürecekse değişen ne olacak?
Üstelik de polis, belli gruplardan, ekollerden, cemaatlerden, sosyal kümelerden, toplumsal katmanlardan birinin ya da birkaçının güdümünde ve etkisinde olacaksa, bunun sonuçları daha tehlikeli olmayacak mı? Bazı kesimler diğer bazı kesimleri tahakkümü altına almayacak mı?
Eğer ülke güvenliği ve asayişi, devletin rejimi ve sistemi, belli bir ideolojiye ya da bir grubun zihniyetine göre biçimlenmiş polis monarşisine teslim edilecekse, kafasına estiğinde cunta kurup darbe yapan orduyu “toplumsal özgürlük” adına iç güvenlikten uzaklaştırmanın ne kazancı olacak?
Ordu, ihtiyaç duyduğu askeri personeli sürekli olarak halkın içinden karşılıyor. Yani silahı tutan er, belli bir süre sonunda halkın içine geri dönecek. Bu yüzden cuntacılar için daima güvensiz bir personel gücü. Bu, cuntacıların belli bir sınırı aşmasını engelleyebiliyordu. Ancak polis böyle değil. Bu işi meslek edinmiş, ekmeğini bu işten kazanan, emekli olana kadar polis olarak kalan profesyonel kadrolardan müteşekkil. Kimseye eyvallahı olmayacak.
Bu durumda, profesyonel bir silahlı güç, belli bir ekolün kontrolüne geçer de “asker cuntası”nın yerini “polis monarşisi” alırsa, buna karşı hangi mekanizma ile dur denilebilecek?
Bu ve benzeri sakıncaların önlenmesi için, anayasaya öyle bir madde konulmalı ve polisin vazife ve yetkileri öyle düzenlenmeli ki, polis, sadece ve sadece asayişle ilgilensin; bir de başımıza “polis monarşisi” musallat olmasın.
Aksi durumda, 80 yıllık askeri cuntadan kurtulduk derken, bir 80 yıl da polis monarşisinin baskısıyla heba olur insanımızın özgürlüğü.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.