Bir asırdır demokratik kurumları tartışıyoruz...

Bir asırdır demokratik kurumları tartışıyoruz...

Türkiye'nin modern siyasi kurumlarla tanışmasının Cumhuriyetle birlikte olduğu şeklinde yanlış bir kanaat var. Cumhuriyetin bu süreci hızlandırdığı ve daha da pekiştirdiği söylenebilirse de anayasa, seçim, partiler , sınırlı iktidar , temel hak ve özgürlükler gibi modern siyasi toplumun temel kurumlarına ilişkin kurumlar ve süreçlerin gündeme gelmesi Meşrutiyet pratikleriyle birlikte olmuştur. Dolayısıyla bunların tarihi 19. yüzyılın son çeyreğine kadar geriye gitmektedir.

Tamamen Türkiye'ye özgü bir kavramlaştırma olan Meşrutiyet, sınırlandırılmış, şarta bağlanmış bir iktidar pratiğini anlatmakta ve dönemin çağdaş şartlarına göre bir iktidar örgütlenmesine işaret etmekteydi. Sınırlandırılmış ve şarta bağlanmış iktidarın en belirgin kurumları olarak ilk planda anayasa, iktidar yarışına katılan siyasi partiler, halkın temsilcilerinin belirlendiği seçimler, iktidara halkın ortak olması ve halkın temsilcilerinin iktidara hesap sorması, yasama yetkisini paylaşması anlamında Meclis/Parlamentonun varlığı öne çıkmıştır.

Türkiye'de sınırlı iktidar ve halkın iktidarı paylaşması pratiğinin gündeme gelmesi önce 1876 Kanun-ı Esasi'nin uygulamaya girmesiyle, kısa bir süre sonra yürürlükten kaldırılması üzerine de 1908 24 Temmuz'unda yeniden yürürlüğe sokulmasıyla mümkün olmuştur. 1876'deki kısa süreli anayasal meşruti sistem pratiğini dikkate almazsak 1908 24 Temmuz'unda padişahın fermanıyla Kanun-ı Esasi'nin yeniden yürürlüğe sokulmasıyla başlayan süreçte ortaya çıkan Meşrutiyet rejimi, demokratikleşme yönünde atılmış güçlü ve önemli adım olarak görmek mümkündür.

Otuz üç yıl ülkeyi anayasasız ve otoriter rejim altında yöneten Padişah II. Abdülhamit, Rumeli'deki hareketler üzerine kendi iradesiyle yürürlükten kaldırdığı Kanun-ı Esasi'yi yeniden yürürlüğe koymak mecburiyetinde kalmış ve böylece Türkiye'nin tarihinde yeni bir dönemi başlatmıştır. Yürürlüğe konulan Kanun-ı Esasi, halkın iktidara ortak olmasını öngörüyor ve bunun için de halk temsilcilerinden oluşan bir Meclisin toplanmasını zorunlu görüyordu.

Daha önce yerel düzeydeki şehir meclislerine temsilci seçmek için seçimlerle tanışmış olan halk, ulusal düzeyde seçimlerle ilk kez 1877 yılında tanışmıştı. Tanzimat döneminde padişahın iktidar tekeline bürokrasi ortak olmuştu. Meşrutiyetle birlikte ise halkın da iktidara ortak olması bir biçimde gündeme gelmiştir. özellikle 1909 yılında Kanun-ı Esasi'de gerçekleştirilen değişikliklerle iktidar kullanımında halkın rolü iyice artırılmış ve Sultanın iktidarı sınırlandırılarak çağdaş bir meşruti monarşi kurulmuştur.

II. Meşrutiyet'in ilanı ile başlayan dönemde özellikle basın ve örgütlenme alanında yaşanan gelişmelerin son derece büyük bir canlılık ve renklilik arzettiği söylenebilir. Sultanın otoritesinin kalkması üzerine bir anda çok sayıda gazete ve dergi yayın hayatına girmiş, çok sayıda cemiyet gün yüzüne çıkmıştır. Muhtemelen Türkiye'nin en renkli dönemini oluşturan 1908 sonrası özgürlüklerin kullanımı ile kamu otoritesinin zaafının ortaya koyduğu önemli bir örnek olmalıdır.

1908 yılının sonlarına doğru yapılan seçimlerde birden çok partinin veya siyasi grubun rekabet halinde halkın önüne çıkması çoğulcu demokrasi olarak kavramlaştırılan duruma örnek olması bakımından önemli bir gelişme olmuştur. Diğer yandan seçimlerde baskılar, yönlendirmeler ve müdahalelerle de yine Türkiye bu yıllarda tanışmıştır. "Sopalı seçimler" olarak tarihe geçen seçimler bu dönemin gerçeğini oluşturmuştur. Türkiye siyasetinde çok partili hayata giden yol açılmış, çok partili sistem için gerekli yollar tesfiye edilmiş, bu yönde önemli aşamalar da geçilmiştir. Ne var ki bu dönem "ömrü kısa özgürlükler dönemi" olarak tarihe geçmiştir. "Kardeşlik, hürriyet, eşitlik ve adalet" sloganıyla iktidara gelen İttihat ve Terakki'nin bir süre sonra II.Abdülhamit'in otoriterliğini aratan bir baskı yönetimi kurması ve muhaliflerini ezmeye yönelmesi, demokrasi yolunda ciddi bir sıkıntı oluşturmuştur. Birinci Dünya Savaşı'nın olağanüstü şartları da yönetimi elinde tutan İttihat ve Terakki'ye otoriter rejim kurma şansı vermiştir.

Türkiye demokratik siyasi kurumlarla yüz sene önce tanışmış olmasına rağmen hala anayasa, seçimler, partiler, özgürlükler, halkın yönetime katılması, sınırlı iktidar gibi temel kurumları tartışmaktadır. Bir asırdır bu tartışmaları sona erdirememiş olmasının özgün sebepleri üzerinde durup düşünmek gerekir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi