Bahar ve Barış Diyarbakır
Ernest Hemingway “Silahlara Veda”sında; ateşin en şiddetli anını anlatırken, savaşın en acımasız yüzünden bahsederken, yağmur, çamur kar fırtına kaplardı İtalya’nın en güzel caddelerini.. Barışa yaklaşıldığında ise güneş açar, kuşlar cıvıldamaya başlar, ağaçlar yeşillenirdi.. Bu metaforun günün birinde gerçek olacağını söyleseler inanmazdım.. Öyle ya, Hemingway için bu sadece bir edebi sanattı.. Barış ile bahar ancak kitaplarda bir arada olabilirdi..
BAHAR DA GELDİ BARIŞ DA
Şimdi ben size bahar metaforu yapmayağım.. Ne görüyorsam burada onu anlatacağım. Güneş en sıcak haliyle gülümsüyordu Diyarbakır’da.. Kış veda ediyor ve tıpkı günün anlamını haklı çıkarırcasına bahar geliyordu.. Yeşilin sarıyla buluştuğu bir sabah, en güzel elbiselerini giymiş Kürt kızları Bağlar’a, kutlamaların yapılacağı alana doğru akın ediyordu.. Kimi sabah namazında çıkmıştı yola.. Araba bulamazsak, yol bulamazsak diye.. Erkenden gelmiş, çimenlere yayılmıştı. Çünkü bugün, o gündü.. Ateşin duracağı, barışın geleceği..
MESAJ TÜRKÇE
Herkes hazırdı, Sırrı Süreyya Önder’in okuyacağı mektubu bekliyordu.. Bunu özellikle ifade ediyorum. Çünkü Önder’den hemen önce kürsüye gelen Pervin Buldan, aynı mektubu okuduğu halde, kitleleri heyecanlandırmamıştı.. Oysa Sırrı Süreyya Önder, ortak dil Türkçe okumaya başladığında, alanda çıt çıkmıyordu.. Herkes hazırdı.. Savaş baronlarının günler öncesinden provoke etmeye çalıştıkları Nevruz Bayramı’nda, Öcalan, kendini hazır hissedenlerin bile beklemediği kadar ileri açıklamasını yaptı.. “Dicle ve Fırat nehri, Sakarya ve Meriç’in kardeşidir. Cudi ve Gabar Dağı, Kaçkar ve Erciyes’in dostudur” dediğinde milyonlarca kişi, hep bir ağızdan barış çığlığı attı.. Çünkü o savaş baronlarının etkilemeye çalıştığı marjinal kitlenin aksine, Abdullah Öcalan’ın; “şimdi savaşmanın ya da çatışmanın değil, ittifak etmenin ve helalleşmenin vaktidir” dediğinde, ne demek istediğini anlıyorlardı..
MİLYONLAR BUNU BEKLİYORDU
Beklentilerin ötesinde bir metindi okunan zira, silahların susması, silahlı güçlerin sınır dışına çekilmesi gibi net bir söylem beklenmiyordu.. Öyle ki Öcalan’ın konuşmasının, kendisine inananları ikna etmesi ve Türkiye’nin batısını da rahatsız etmemesi lazımdı.. Öyle de oldu.. Öcalan’ın her net ifadesini (ki bazı yerleri Sırrı Süreyya Önder iki kez altını çize çize okudu) duydukça dikkatle dinleyenlerin yüz ifadesini takip ettim.. “acaba bu söze itiraz edecek mi?” diye.. Acaba; “artık yeni bir dönem başlıyor. Silahın değil siyasetin konuşulduğu bir dönem” dediğinde, “silah bizim sigortamızdır” diyen çıkacak mı diye baktım insanların yüzüne.. Ve o ateşten, şiddetten bıkmışlığı, çözüm ve barış öneren bir kişinin peşine koşulsuz düşmenin rahatlığını ve güvenini gördüm..
BU KADAR ÇABUK MU?
“Bu kadar çabuk mu?” diyenlere, bir kez de gelip Diyarbakır’dan bakmalarını öneririm.. Gelip baksınlar bakalım hakikaten çabuk mu olmuş?..
GÖZÜMÜZ AYDIN
Özellikle ayrılık, özerklik, bağımsızlık gibi kaygı duyan milliyetçilerle bu tip beklentiler içinde olan Kürt Milliyetçilerine en güzel yanıtı, Öcalan’ın “bu topraklarda birlikte barış içinde yaşayacağız” mesajını alkışlayan milyonlarca Kürt verdi.. Ortak geçmişi olan halkların ortak geleceği inşasının temelleri atıldı dün Diyarbakır’da.. Alkışlamaktan başka yapacak bir şey yok.. Kalın sağlıcakla.