Müesseseler ve takozlar!..
Prof. Dr. Ünsal Ban’ın liderlik ettiği bir grup arkadaşla “Ruh Halimiz” üzerine bir sohbet…
İşletme Profesörü Sayın Ban, müesseselerimizdeki temel “hastalıklardan” bahsetti…
Dedi ki;
“Daha çok ahbap-çavuş ilişkileri göze çarpıyor.
Bazı pozisyonlardaki hassas görevlendirmeler, liyakat esasına değil de subjektif esaslara göre yapılıyor.
Patronlar genellikle ‘güçlü’ ve ‘vizyonel’ olanları değil, zayıf, komplocu, kompleksli, dedikoducu, altındaki koltuk çapından çok daha büyük olan insanları tercih ediyor.
Bu tercih edilen yönetici tipleri de kendi altlarındakilere aynı tarifeyi uygulayınca, ortaya sağlıklı ve çabuk kararlar alamayan hantal mekanizmalar çıkıyor… Komplo teorileriyle büyümüş insanlar, içeride sürekli olarak komplo üretiyor… Böyle böyle yıllar geçiyor, pekçok fırsat ıskalanıyor. Sonra, günün birinde müessese rekabet şartlarına dayanamaz hale geliyor… Geriye bakıldığında pekçok fırsatın kaçtığı görülüyor… Son tren yakalanabilirse ne âlâ!..”
•
İlgiyle dinledim…
Benim de tespitlerim var…
İnsanlar genellikle bir işin nasıl yapılacağı değil nasıl yapılmayacağı üzerine “fikirler” geliştiriyor!..
“Nasıl yapılır” değil de, “Niçin yapılmaz ya da yapılamaz!..”
Bazen “çapsızlıklara” müessesenin durumuna göre kılıflar geçiriliyor.
Çapsızlığı himaye etmenin, “doğru” bir davranış olduğu her çevrenin “kutsallarına” uygun kılıflarla savunuluyor…
Zamanla dengeler oluşuyor, bu dengeler müesseseyi kıpırdayamaz hale getiriyor.
Onu idare, bunu idare derken, ortada idare edilmeye değecek bir yapı kalmıyor.
Bir şekilde müesseseye yolu düşen “çaplı” insanlar da, yapıdaki “çarpık”, “verimsiz” muhabbetlerden, ilişkilerden bıkıp uzaklaşıyor…
•
Yıllar evvel, İşadamı Harun Adıgüzel ile bu meseleleri konuşurduk…
Oturduk, bir karar verdik…
Daha doğrusu o karar verdi, biz destek olduk…
Karar şuydu:
“Bundan böyle subjektif ilişkiler asla işi etkilemeyecek. Tamamen liyakat esas alınacak.
Hedefler ölçülebilir olacak…
Her birim, bu ölçülere göre değerlendirilecek…
Başarılı olan duracak, başarısız olan gidecek!..”
Sayın Adıgüzel bunu uyguladı…
Baktık, her geçen gün büyüyen ve büyüdükçe de etrafa faydası artan bir işadamı oldu…
Şimdilerde, uluslararası ekonomi dergilerinde ismi sıkça geçen bir işadamı Harun Adıgüzel…
Bir haber:
“Romanya’daki özelleştirmeyle 2000 yılında Barlad’daki URB rulman fabrikasını satın alan Adıgüzel, şirketin değerini 12 yılda 50 kat artırdı. Bugün Asya’dan Avrupa’ya dört kıtada 87 ülkeye ihracat yapan dev bir şirkete dönüştürdü. Yaşanan krizlere rağmen sürekli olarak büyüyen ve yatırımlar yapan URB 3 bin kişiye istihdam sağlıyor.”
Harun Adıgüzel, Romen hükümeti ve yerel yöneticiler tarafından “ülke sanayii”ne katkılarından dolayı defalarca ödüllendirilmiş.
Romanya, Adıgüzel’den gelen 150 milyon dolarlık vergiden ve elde edilen istihdamdan gayet memnun…
Baktık Harun Adıgüzel, Macaristan’da ve Hindistan’da da yatırımlar yapıyor…
Dedik ki;
“Ya Türkiye?..”
Bizde bir dolu sıkıntı var, başka enerji olmak üzere pekçok maliyet kalemi çok yüksek…
Buna rağmen, Düzce’de bir fabrika kurdu Harun Adıgüzel…
Şimdi de Eskişehir’e kuruyor, “Memlekete borcumuz” diyerek…
•
Bütün bunlar “kurumsallaşmanın” nimetleri…
Adıgüzel’in yaptığı müesseseyi “dizayn” etmek…
Kurumsallaştırmak…
Hedefleri koymak, işlerin başına hedeflere uygun adamları yerleştirmek…
Uygun adamlara da sorumluluklarına karşılık gelen yetkileri vermek…
•
Müesseselerde, tembellik bulaşıcıdır…
Reel üretimi olmayan adam laf üretir!..
Reel üretimi olmayan adam olanı tüketir!..
•
Türkiye gelişiyor; bu gelişime ayak uydurabilenler ayakta kalır.
Büyür!..